bir hafta önce şair bâkî hakkında akademimiz neler yazmış, neler çizmiş bununla ilgili bir iki yazıya bakmak istedim. adı sanı duyulmamış bir haber sitesinde bâkî ile ilgili bir haber dikkatimi çekti. 417 yıl önce vefat etmiş bir adamla ilgili nasıl bir haber yazılabilir sorusunun cevabını veren bir haberdi bu… hacı pişkin imzalı haberin başlığı şuydu: “baki'nin mezarlığı harabeye döndü”… harabeye dönen mezarlığın adı da gene büyük, azametli bir şairimizin adını taşıyordu; necatibey mezarlığı...

haberin başında; “büyük şair bâkî, şeyhülislam paşmakçızade ali efendi, usta hattat ismail zühdi, gazelhan hafız sami efendi... tarihe damga vurmuş birçok ismin yattığı edirnekapı'daki mezarlar harabeye dönmüş vaziyette” diye bildiriliyordu.

haberin içeriğinde ise mezarların parasal karşılığı, mezarlıkta kimlerin metfun olduğu ve mezarlıklar müdürlüğü ile geçilen irtibatın cevapsız kaldığıyla ilgili detaylı bilgiler vardı… hacı pişkin kimdir, bilmem ama duyarlılığı için kendisine çok teşekkür ediyorum, çorum’dan…

en sonda söyleyeceğimizi başta söylemek bazen işe yarar bir şeydir. diğer metfunların ve hassaten bâkî’nin mezarının talan edilmesinin yahut talana yakın bir halde bırakılmasının sembolik bir anlamı var: “bittiğimizin, tükendiğimizin, çürüdüğümüzün; resmi, heykeli, fotoğrafı, şiiri, şarkısı, mersiyesidir”. yani, bâkî’nin makamının hali, baki olan kubbenin çatladığıdır.


bu önermeye “bu kadar da değil, bunlar abartılı sözler, her şey çok daha güzel oluyor, olacak” sözüyle karşılık verilip geçilebilir. bu karşı önermeyi haklı çıkaracak gelişmeler de bir bir önümüze konulabilir. ve fakat ‘vay canına’ dedirten bir hakikatle fena halde yüz yüzeyiz; “şair bâkî’nin mezarının perişan (edilmiş) haliyle…”


o bâkî ki, "hüma kuşunun gölgesi" adıyla bilinen meşhur gazelinde, dillere pelesenk olan şu beyti irat etmiştir:


“avazayi bu aleme davud gibi sal


baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”


ehl-i keyf, büyük şairin mezarının harabeye dönmesine aldırış etmeyebilir, hatta “bu kadar abartılacak bir durum değil” yahut “çok daha önemli meselelerimiz var” gibi bir tercihin kıyısında durabilir. her şeyden evvel, bir tercih meselesi bu. kim hangi kıyıyı tercih ederse elbet, o kıyının bitki örtüsüne uygun tarlalarda biteni biçer, biçtiğini tüketir… 21. yüzyılda yaşıyor olmanın ihtişamlı bir şey olduğuna kendini inandıranlar için elbette daha sağlığında “sultânü’ş-şuarâ” ve “melîkü’ş-şuarâ” lakabı verilen bâkî’ bir anlam ve mana ifade etmeyecektir. hatta ola ki bir mucize gerçekleşse, büyük şair dirilse; yeniden gazel yazsa, kaside döşense, divan dökse şairin ‘köhne sözlerinden’ ötürü kovalanacağı bir asr’dayız.


öyle ya, kimsenin bâkî’ye ihtiyacı yok, kimse sultânu’ş-şuaraya muhtaç değil…!!! kulaklarımız, gözlerimiz, estetik beğenilerimiz bâkî’yi de dönemini de fersah fersah aştı!!! sahiden böyle mi durum? aştık mı, hazreti fuzûlî’yi, nâbî’yi, şeyhu’l-islam yahyâ’yı… simsiyah sakalının, bembeyaz kefen arasında bir leke gibi durduğu hazreti galîp’e muhtaç değil miyiz???


bir şey söyleyeyim mi? aslında o insanlara ve yazdıklarına bal gibi muhtacız. ve hatta ben, o insanların divanlarının eskizlerine çiziktirdikleri yatay bir elif’e bile muhtaç olduğumuz kanaatini taşıyanlardanım.


bu muhtaçlık bâkî’nin bu toprağın sesi ve süsü olmasından kaynaklanmıyor. zira bu adamlar, topraklarımızın sesi ve süsü değil bizatihi toprağın kendisidir. hala mümbit, bir karış toprağımız kaldıysa, o toprağın içerisindeki bereket denilen maden, hazreti bâkî’dir, nef’î’dir. nigârî’dir…


bu zevatın bıraktığı ne varsa, kağıda düşürdüğü ne varsa bize tevarüs etmiş bir asalettir. ve korumakla mükellef olduğumuz emanettir. mezarları, kabirleri dahil...


eğer bâkî’nin kabrini korumak iradesi bizden alınmışsa, yahut bâkî’nin ve/veya diğerlerinin makamlarının taşındaki aşınma bizde bir yürek burkulmasına neden olmuyorsa, “eyvah” demiyorsak, defterimiz dürüldü demektir…


büyük şairin son gazeli diye bilinen manifestosuyla herkese bâkî selam….


âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var


yakında adem dirler bir şehre azîmet var


uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım


ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var


nûş eylese bir âşık tâ haşre dek ayılmaz


bezm-i feleğin bilmem câmında ne hâlet var


bu hâlet ile ey dil sağ olmada âlemde


derd ü gam-ı dilberle ölmekte letâfet var


gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı


dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var


ser terkine kâ'ildir dünyâya gönül virmez



terk ehlinin ey bâkî başında sa'adet var
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.