DERSHANELERİN SINAVI

           Bundan bir süre önce Çorum Hâkimiyet’te çıkan Değişen Paradigma, MİT ve Hakan Fidan başlıklı yazımdaki bir ifademden dolayı muhtemelen müstear isim kullanan bir okuyucu, geçmişte beni bir ağabey olarak bilerek çok değer verdiklerini ama bu yazının kendilerini çok üzdüğünü, “cemaatin İsrail’e sempatisi” sözümden dolayı Allah’tan korkmam gerektiğini belirtip, hem de bunu üç defa tekrarlayarak biraz öfkeyle ama daha çok da sitemkar bir yorum yazmış ve doğrusu beni de çok üzmüştü. O yüzden dershaneler konusunu yazıp yazmamak konusunda epeyce tereddüt ettim. Ama yine de son bir ayın birçok önemli gündem maddesini gölgede bırakan bir konuda sessiz kalmak doğru olmazdı.

           Bahsettiğim yazıda her ne kadar cemaatten bahsetmişsem de kastımın kendisinde cemaat adına konuşma yetkisini gören üst düzey kişiler olduğu belliydi. Yoksa tabandaki yüz binlerin, değil İsrail’e sempati duymasını İsrail’den nefret ettiklerini ben de biliyorum. Ve yine biliyorum ki bu açıklamam da yetmeyecek, hatta daha fazla kızdıracak bu kardeşimi ama ne yapayım, yıllardır işgalci rejime gösterilen anlayışın, müsamaha ve hoşgörünün Filistinlilerden esirgenmesi karşısında başka türlü düşünmek elden gelmiyor.  

           Gelelim asıl mevzuya. Manevi önderliğini Fethullah Gülen’in yaptığı camia ile hükümet arasında dershaneler konusundaki tartışmayla açığa çıkan ihtilafın, esasında çok daha derinlerde olduğu bilinmesine rağmen ihtilaflı konulara girilmediği sürece ilişkiler iyi gidiyordu. Mavi Marmara ile su yüzüne çıkan, çözüm süreci ile devam edip, MİT soruşturması ile kopan bağlar, dershaneler konusu ile iyiden iyiye kavgaya dönüşürken, cemaatin hükümete olan desteğinin sınırsız, hesapsız bir destek olduğunu zannedenler yanıldıklarını görmüşlerdir.

           Herkesle diyalog içinde olmayı bir hayat felsefesi olarak gören, belki de bunu kendi gelecekleri açısından daha güvenli bulan cemaat, Ak Partiyle ilişkilerinin en sıcak olduğu dönemlerde dahi bu partinin tam karşısında yer alan kesimlerle ilişkilerini tümden kopartmamış, her daim “ne olur ne olmaz” teyakkuzu içerisinde hareket etmiştir. Başta iş dünyası olmak üzere hemen her alanda oluşturulan yapılanmalarla bir yandan kolayca göz ardı edilemeyecek bir güç oldukları mesajını verirlerken, diğer taraftan da ayrı bir güç, farklı bir taraf olduklarını gösterme ihtiyacı duymuşlardır.

           Bütün bunlara rağmen birlik, kardeşlik görüntüsüne en ağır darbeyi indirerek ilişkilerin hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı noktasına getiren olay ise F. Gülen’in bir gurup gazeteciyi kabulünde, güya yazılmaması şartıyla söylediği sözlerdi. Hocaefendi o görüşmede, hükümet karşıtı cepheye transfer olan liberallerden Mehmet Altan’ın da aralarında bulunduğu gazetecilere, başbakanı kastederek “güç zehirlenmesine tutulduğu, firavunlaştığı, karunlaştığışeklindeki sözler sarf etmişti. Basına yansıyan bu konuşma yalanlanmabir yana tevil edilme ihtiyacı bile duyulmamış, sadece basına sızdırılmasının etik olmadığı şeklinde bir açıklama yapılmıştı.

           Hocaefendinin başbakana yaptığı firavunlaşma yakıştırmasından bir süre sonra patlak verecek olan Gezi Parkı eylemlerinde, başbakanın diktatörleştiği için mutlaka devrilmesi gerektiğinin bütün dünyaya ilan edildiği, dünyanın da bu çağrıyı cevapsız bırakmadığı döneme denk gelmesi acaba kötü bir tesadüf müydü? Zira firavunlaşmak tabiri, gezi parkı eyleminin arkasında oldukları konusunda hiçbir şüphe bulunmayan Kemalist-ulusalcı, Ergenekoncu ittifakının başbakanın alaşağı edilmesi konusunda kullandıkları en önemli argüman olan diktatörleşmeye denk geliyordu.  

           Bu olayın başbakanı çok üzdüğünü, öfkelendirdiğini tahmin etmek zor değil. Hocaefendinin başbakanı şikâyet ettiği kişiler, İslami camiadan birileri olsaydı, içeriden bir eleştiri olarak kabul edilip belki anlayışla karşılanabilecekken, bunun başbakanla köprüleri atmış, her gün onu küçültücü yazılar yazarak kendisi hakkında en ağır ifadeler kullanan sol liberal kesime yapılmış olması iyi niyetle, İslam kardeşliği ile bağdaştırılabilir bir durum değildi.

          Yüz yıllık bir askeri vesayet rejimini büyük ölçüde sona erdiren bir siyasi iktidarın aldığı riskin milyonda birini dahi almadıkları halde iktidar ortağı gibi hareket etmelerine, hatta çözüm sürecinde politika dikte edip kabul edilmediğinde kelle almaya kalkışmalarına hangi iktidar razı olabilirdi? Buna Ergenekon soruşturmalarında çok büyük riskler aldıkları şeklinde cevap verilebilir ve bu yanlış da değildir ancak, darbe günlerindeki esneme kabiliyetlerini çok iyi bildiğimiz için kendileri açısından alınan bu risk çok da savuşturulamayacak bir şey değildir.

          Dershanelerin kapanması durumunda bu kurumlardan geçimlerini temin eden on binlerce kişinin maddi-manevi büyük sıkıntılara düşeceği muhakkaktır. Bu insanların kapatma kararına tepki göstermeleri ve bunun önüne geçmekiçin kamuoyu oluşturmaya çalışmaları kadar normal bir şey olamaz. Ancak bunu yaparken kimleri yardıma çağırdıklarına, kimlerle işbirliği yaptıklarına bakmaları gerekirdi. Düne kadar cemaati rejim için en büyük tehlike gördükleri için bitirme planları yapanlarla aynı Tarafa geçip hükümeti, özellikle de başbakanı hedefe koyuyorsanız bir süredir başbakanı tasfiye planları yapan yerel ve küresel aktörlerle aynı cepheye düşersiniz ki, kalkış noktanız ne kadar masum olursa olsun bir noktadan sonra meşruiyetinizi yitirirsiniz.

           Cemaatin bu konuda çok iyi bir sınav verdiği kanaatinde değilim. Hükümetin henüz iktidar olamadığı, darbe planlarının havada uçuştuğu günlerin MGK belgesine sarılmalarından tutun da, başbakanın aday belirleme toplantısında Fatma Şahin’le çekilen fotoğrafını bütünlüğünden kopartarak yansıtma biçimleri, kavgaya tutuştuklarında öyle pek de fazla adalet, hakkaniyet gibi ahlaki değerleri gözetmeyeceklerini ortaya sermiştir. Söz konusu fotoğrafın yayınlanmasına gösterilen tepkiye verdikleri cevapise çok daha kötüydü. Çıplaklığa, tesettürsüzlüğe karşı çıktığınızda, “sizin içiniz fesat, aklınız başka yerde” şeklinde verilen iğrenç cevaplara benziyordu.

           Başbakanın güç zehirlenmesine maruz kaldığını söyleyenler on yıllık Ak Parti iktidarından aldıkları her türlü destek ve gördükleri teşvikle güçlerine güç katarken, asıl kendilerinin güç zehirlenmesine kapılıp kapılmadıklarını keşke bir düşünmüş olsalardı. Ama artık olan olmuş, söylenen söylenmiştir. Dileyelim ki şer gibi görünen bu olayda hayırolsun. Kim bilir, hatlar daha belirgin hale geldiği için bundan sonraki ilişkiler belki daha sağlıklı bile olabilir.Omerkilic91@Hotmail.com  

         

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165