Sloganlar çağındayız. Her yer slogan. Herkesin dilinde yerli yersiz, soyu sopu belli olmayan kelime kırıkları… “Kendini sık sık yenile, daima yeni kal”, “Çevrenizi genişletin”, “Rüyalar gerçek olabilir”, “Risk almaktan korkma”, “Güneş sana, gelmiyorsa sen güneşe git”, “İmkânsız olana imkân tanıyın” vs vs. Ve bu sözlerden ilham alarak hayat damıtmaya kalkan gençler, siyasetçiler, yeşil sarıklı ulu hocalar, akademisyenler, kadınlar… Oysa bütün kişisel gelişimlerin gelişimlerini olmak üzere böyle bir mantığın kayığında okyanus açmaya çalışanlar için bizim müthiş bir sözümüz var. Devrim gibi bir söz. Daima geçerliliğini koruyan, eskimeyen ama eski bir laf. Unutulmaya yüz tutmuş da olsa kendini yeryüzünün ağası sananların foyasını döken atalar sözü.

“Ellerin bebekleri cin gibi, bizimkiler üstünü başını yırtıyor.”

Şehrimizde de üstünü başını yırtmakla kalmayıp ellerin cin gibi çocuklarına inat “hin” gibi çocuklarımız var. Giyimiyle, kuşamıyla, koşumlarıyla hangi mesele önlerine gelse yahut onlar hangi meselenin önüne geçse, Türkçenin en matah kelimeleriyle fetih cümleleri kuranlar şehrine dönüştü Çorum. Salyangozların, neslinin karşı karşıya kaldığı tehlikelerden tutun da, cıva üretiminin ülkemiz ekonomisine katkısının azlığına isyan eden bir duyarlılığın sahibi edayla konuşuyor çokları. Şehrin büyüklüğünden daha büyük kelimelerle… Nereye baksak güzel cümleler işitiyoruz. Her konuda. Ve dünyanın öte başından haritamıza bakan biri sanır ki, eteğine yapışıp dizlerinin dibinden ayrılmamız gerekenler Çorum’da yaşıyor. 

Çorum ekonomisi üstüne Keynes’i kıskandıracak felsefi risaleler döşeyen gazete yazarları, Çorum leblebisinin durumunu yeryüzünün bütün ontolojik sorunlarından daha önemli olduğunu izhar eden diğerkam siyaset ehli, kaldırımda rastladığı çakıl taşını şehrin anahtarı sanan erkan-ı nişancılar, havaya altı şerit yol yapmaktan dem vuran eski hendese ulemalar, kudemalar!!! Hepsi birden Çorum’un sadrına şifa arıyor. Sanırsın, şehri veba istila etti yahut Cengiz’in ve Rüstem’in ordusu birleşip şehrin giriş kapılarını kapattı da Çorumlular açlığından kırılıyor. 

Şen dünya içinde yaşayıp, evlerinin eşiğine geleni dil-z-enci sanan şehrin Karunları da birkaç tıfıla simit vermenin minnetiyle yürüyor. Yürüyor. Yürüyor. Sonra yeşil sarıklı ulu hocalar, Allah’a şu iyidir, bu işe yaramaz diye kendi mihraplarından gözlerini belerterek bakanlar ise Şehrin göğünü elinde tutmakla meşgul. Hummalı çalışmaktalar. Süleyman’a karınca değil, karıncaya Süleyman gibi. Bunun diğer adı Aklın kaysaklanması…

Ya şehrin san’atçıları... Onlar zaten İrem bahçelerinde hemşerilerinin kendilerine sakilik yapmasını istiyorlar. Sokakta, caddede seyrederken bütün evlad-ı ıyalin önlerinde eğilmesine itiraz edecekleri yok. Pikassolar, Johan Sebesatian Bachlar, Lev Nikolayeviç Tolstoylar bu şehirde reenkarne oldular. Geri durmayı bilmemek dehşet bir kişilik psikozudur. Kişinin en tehlikeli psi-kozu…

Aslında Hayat kendi istikametinde diğer şehirlerde olduğu gibi burada da gidiyor. Akıyor. 

Ellerin bebeklerine, cin olmak adına, öykünenler üstünü başını yırtarak gizeminden yarılacaklar. Gölge etme fazla ihsan istemez diyebilmeye gücü yetmeli insanın. Geri durmaya. Susmaya.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.