Akşam geç vakit dönebildiğimiz otelde yemek ve çay sohbetinden sonra ertesi günün programını yaparak yattık.  Sabah erken saatte rehberimiz Murat gelerek bayram namazı için bizi yine merkezde başka bir camiye götürdü. Hava kapalı ve yağmur yağma ihtimali yüksek olduğu için caminin kapalı bölümü tümüyle kadınlara ayrılmış. Erkekler çayırlık açık alanda oturmuş, simsiyah tenini örten bembeyaz cübbesi ve sarığıyla oldukça etkileyici görünen imamın hararetli konuşmasını dinliyorlardı. 
           
Cuma namazında olduğu gibi oldukça uzun süren konuşmadan sonra iki rekatlık bayram namazını hep birlikte kıldık. Tekbir sayıları ve okuyuş yerleri bizdekinden epeyce farklı. Namazdan sonra hutbe okunmayınca az önceki vaazın aynı zamanda bayram hutbesi olduğunu düşündük. Namaz kılarken gözlerimiz ister istemez az sayıda da olsa beyaz tenli insanlara takıldı ve namazdan sonraki görüşmelerimizde çoğunun Türkiyeli olduğunu, kiminin inşaat, kiminin de maden işlerinde çalıştığını öğrendik. 

             Bayram namazına kadınlar oldukça yoğun şekilde katılıyorlar ve dikkat çekecek kadar kıyafetler düzgün ve şık. Belli ki en yeni elbiseleri ile gelmişler. Anlatıldığı ve bildiğimiz kadarıyla birçok Afrika ülkesinin aksine, tesettür anlayışları bizdekine çok benziyor. Özellikle genç kızların başörtüleri, bizdeki laik çevrelerin “türban” diye adlandırdıkları türden. Yani anlayacağınız Ruandalı genç kızlar da başörtüsünü siyasal simge olarak kullanıyorlar.   

             Namazdan sonra İsmail Bey’in evine kahvaltıya davetliyiz. Eşi ve biri üç diğeri bir yaşındaki iki çocuğu ile oraya yerleşmiş olan İsmail Bey’in evine gittiğimizde özenle hazırlanmış, tanıdık yiyeceklerin yanında tropikal yiyeceklerin de bulunduğu Afro-Anadolu usulü diyebileceğimiz kahvaltı sofrasını hazır bulduk. Kahvaltı esnasındaki sohbette İsmail Bey’i daha yakından tanıma imkanımız oluyor. Mükemmel bir organizatör olmanın yanında ailesini de alarak oraya yerleşmiş olması tam bir dava adamı olduğunu gösteriyor. Tek başınıza olsanız bir yere kadar katlanılabilir ama iki küçük çocuğu ve eşiyle birlikte dilini, kültürünü bilmediğin bir yere, üstelik Avrupa gibi imkanların bol olduğu değil, Afrika’nın en yoksul bir ülkesine yerleşmek öyle her babayiğidin göze alabileceği bir durum olmasa gerek. Allah yar ve yardımcısı olsun kendisine ve daha çok da eşine.  

             Süleymancılar olarak bilinen cemaatin Türkiye’deki yurtlarında, Kuran Kurslarında yetişerek Ruanda’ya gitmiş 5-6 öğrenci-öğretmen daha var Ruanda’da. İsmail Bey’in onlara davranışı öz ağabeyleri gibi, onlar da kendisine karşı saygıda en küçük kusur göstermiyor, bir dediğini iki etmiyorlar. Zonguldaklı Ahmet, Malatyalı Murat, Erzurumlu Mücahit, Sakaryalı Hüseyin, Kütahyalı Serhat, …… Hüseyin.  Yaşları 19 ile 25 arasında gencecik, pırıl pırıl çocuklar. Bir de Türkiye’deki kurslarda üç yıl kalmış dolayısı ile Türkçeyi çok iyi bilen Ali adında 26 yaşında bir Ruanda’lı var. Her biri çağdaş birer Musab olan bu sahabe yürekli gençleri tanıdıkça Ruanda’ya gideceğimi duyduğumda içimden geçen tereddütten dolayı utandığımı itiraf etmeliyim. Bizler üç beş günlüğüne bir turistik seyahate bile karar vermekte zorlanırken bu çocuklar kendilerini aylarca, hatta yıllarca o inanılmaz derecede sefalete, yokluğa göğüs gererek Allah’ın kitabını öğretmeye çalışıyorlar. 

          Kahvaltıdan sonra yine rehberimiz Murat’la birlikte, önceki gün gidip kurbanlıkları gördüğümüz Gastibo bölgesine gitmek üzere yollara düşüyoruz. Öğle üzeri ulaşabildiğimiz kesim yerinde bizim gençleri, sabah erkenden gelerek hazırlıkları yapmış, bizi beklerken bulduk. Bir iki fotoğraf çekiminden sonra kesim işi başladı.  O gün orada kesilecek 50 kurbanın yarıya yakınının kesim ve dağıtım işi yapıldı. Dağıtım işi cami önlerinden yapılıyor. Camiler de birbirine bir hayli uzak. Ama organize iyi yapıldığı için sorun yaşanmıyor.   

           Cami önlerine toplanan Müslümanlar çocuk, kadın ve erkeğiyle saatlerce dağıtımın başlamasını sabırla bekliyorlar. Herhangi bir izdiham, taşkınlık kesinlikle söz konusu değil. Bu insanlar onca muhtaç hallerine rağmen öylesine mütevekkil bir halleri var ki, şaşıp kalıyorsunuz. Etleri parçalayıp pay etme işini yerli müslümanlar yapıyor. Doğrusu bu konuda da çok mahir olduklarını söylemek zor. O yüzden dağıtım çok da adaletli olamıyor, kimine az kimine fazla, kimine etin çok iyi yeri düşerken kimine fazlaca kemik düşüyor. Ama sırası gelip poşeti eline alan herkes kısık bir sesle “elhamdülillah” diyor. Çocuklardan bile bunu işitebiliyorsunuz. Bir tek olsun itiraz edenine, aldığını beğenmeyenine rastlamadık.    

           Ertesi gün de yine aynı şekilde kesim ve dağıtım işi devam ediyor. Gün boyu yağan yağmur işleri biraz yavaşlatsa da bizim gençler kesim işini o gün bitiriyorlar. O çocuksu yüzünden bir an olsun tebessüm eksik olmayan ve henüz 19’undaki Kütahyalı Serhat ile Sakaryalı Hüseyin, iki günde elli kurbanlığı kesip bitiriyorlar. Gözlerimle şahit olmasam o yaştaki çocukların bunu yapabildiklerine asla inanmazdım. 

           Öğleden sonra hem İHH’nın geri kalan yirmi bir kurbanının, hem de Diyanetin yüzelli kurbanının kesildiği Rwamagana bölgesine gittik. Süleymancı cemaati orada bir yer satın almış, buraya çiftlik diyorlar. Çiftliğe bir de kesim yeri yapmışlar. Üzeri filan açık ama demirden askılar, kancalar yapmışlar. İki yüze yakın kurban burada kesilmiş. Bu bölgede  müslüman nüfus daha yoğunmuş. Akşam namazı için uğradığımız camilerinden de bu belli oluyor. Daha büyük ve daha bakımlı, en önemlisi tuvaletlerinde su var. Diğer camilerde bunu göremiyorsunuz ne yazık ki. 

           Akşam saat sekiz gibi başkent Tigali’ye dönüyor ve Tokatlı hemşehrinin otelinden sonra benim için ikinci büyük sürpriz olan Çorumlu aşçının lokantası olan Topkapı Restoranta gidiyoruz. İskilipli Çelebi Usta, bizim geldiğimizi önceden duymuş, “hemşerim kaç gündür nerdesin ya, senin yaptığını Çorumlu yapmaz” diyerek karşılıyor bizi. Çelebi Usta, sıcak kanlı, konuşkan bir adam. Aşçılıktan emekli olmuş, çalışmaya da niyeti yokken kayınbiraderinin arkadaşı olan patronun ricasını kıramayarak gelmiş buralara. “Patron beni ikna etmek için gidiş dönüş biletini almış, bir ay çalış, beğenmezsen dön gel deyince geldim. Geldim ki hemşerim hep kara kara adamlar, ya ben ne halt ettim de geldim buralara diye düşündüm ama sonra çabuk alıştım, bir buçuk yıldır da buradayım” diye anlattı. Çorumlu Çelebi Usta’nın yemeğini yedikten sonra vedalaşarak otele döndük.

            Bayramın üçüncü günü İsmail Bey’in yaptığı programa göre Ruanda-Kongo sınırındaki yağmur ormanlarına gittik. Yaklaşık altı saat süren bir yolculuktan sonra geceyi o bölgede bir otelde geçirdik. Ertesi gün erkenden başladığımız orman gezisi bana doğrusu söylendiği kadar ilgi çekici gelmedi. Ruandalılar için doğum yapması bile davetiyeler dağıtılıp, eğlenceler düzenlenmesine neden olacak kadar değerli olan gorillerin yaşadığı söylenen yağmur ormanlarında goril moril göremedik. Onun yerine bizim Erzurumlu Mücahidin farketmesiyle 30-40 metrelik ağacın tepesindeki şempanzeyi seyretmekle yetindik.

           Bugün bayramın dördüncü günü ve gece yerel saatle 00,55 uçağıyla döneceğiz. Ama burada henüz işimiz bitmedi. İHH’nın yetimhanesine uğramamız gerekiyor. Onun için aceleyle döndüğümüz başkentte, İHH’nın onlarca ülkesinde bulunan ve sadece 90,00 TL ile bir yetime sponsor olabileceğiniz yetimhanelerden birindeyiz. Ruanda’yı görmeden önce 90.00 TL kimin, hangi yarasına merhem olabilir ki düşünüyordum. Buraya gelince gördüm ki bu parayla bir yetime değil bir aileye bile sponsor olunabiliyormuş. Nasıl mı? Lutfen yarınki yazıyı bekleyin.






Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
MAHMUT AŞIKOĞLU 2014-10-14 17:12:58

ömer hocam
sabırsızlıkla devamını bekliyorum. izlenimlerinizi çok güzel paylaşmışsınız.

banner165