Mehmet Azimli Sudan yolculuğunu anlattı

Çorum İHH Gönüllüsü olarak Sudan’da düzenlenen Yetim Günleri programına katılan İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Azimli, Habercim19, okurları için Sudan notlarını kaleme aldı

04 Mayıs 2016 Çarşamba 12:53
Mehmet Azimli Sudan yolculuğunu anlattı


Çorum İHH Gönüllüsü olarak Sudan’da düzenlenen Yetim Günleri programına katılan İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Azimli, Habercim19, okurları için Sudan notlarını kaleme aldı


SUDAN


Yaklaşık 19 ülkeye seyahat ettim. Buralarda gördüklerimi “Benim Gözümle Coğrafyalar” adlı kitabımda yayınladım. Acı-tatlı birçok hatıralar biriktirdim. Ama şunu daha iyi anlıyorum ki; “çok gezen bilir” sözü doğru. Bilir kelimesini, “ufku açılır, yanlışları törpülenir” gibi açabiliriz.


Daha önce Afrika kıtasından sadece en kuzey-batı ucundaki Fas’a gitmiştim. Orası da Afrika’yı resmetmekten çok Avrupa’ya en yakın toprak olduğu için tam bir şekilde coğrafyayı anlatmıyordu. Afrika’nın içerisine adeta ciğerine nüfuz etmek için iç Afrika’daki Sudan’a yolculuk teklifi gelince bunu hemen kabul ettim.


İHH-Sudan-Darfur


Yurtdışında “ülkemizin yüz akı” diyebileceğimiz İHH adlı dünya çapındaki İnsani Yardım teşkilatımız Nisan ayında yurt dışındaki yetimleriyle buluşmak üzere “yetim gülerse dünya güler” sloğanıyla “yetim günleri” düzenliyor. Sudan’daki yetimlerle görüşmek için Çorum İHH Başkanı Selim Özkabakçı’nın teklifi üzerine, kendisine ve grup başkanımıza orada görevimin ne olduğunu, ne yapmam gerektiğini sorduğumda, “hocam sen bizi izle, müşahitlik yap, yetimlerle ilgili faaliyetlerimizi gözlemle yeter, bir de gözlemlerini yazarsan iyi olur” dediler. Yani; anladığım kadarıyla bize oraya yardım götüren arkadaşların görevleriyle ve oradaki faaliyetlerle ilgili müşahitlik görevi verilmişti. Yazma işine gelince hani kediye “ciğer yer misin?” gibi bir soruydu. Şu fani dünyada en iyi yapabildiğimiz iş oydu.


İHH’nın bölgedeki iç savaşlar ve hastalık sebebiyle ölümlerin çok olması sonucu kalan yetimlerin, misyonerler eline düşmemesi için verdiği mücadele gerçekten takdire değer. Sudan’da 3900, çalışma yürüttüğü 145 ülkede ise toplam 204 bin yetimin bakımını üstlenmiş durumdalar. Biz bu yetimlere gidecektik.


Gitmeden önce sıkı hazırlıklar yaptırıldı. 10 yıllık sarıhumma aşısı, değişik ilaçlar, ölümcül sineklerle mücadele için gerekenler vs…  Ayrıca Afrika’nın güvensiz ve sıkıntılı bir yer olduğu ifade edildi. Dahası Türkiye’nin en soğuk yerlerinden biri olan Çorum’dan Afrika’nın en sıcak yerine gidecektim. Yine bu şimdiye kadarki gezilerimden biri değildi. Bi defa gezi değildi. Biz yetim evlerini ziyaret edecek başlarını okşayacaktık.


Sudan’a doğru yola çıkarken güvenlik sorunu sebebiyle oluşan bir parçacık korku oluşmuştu. Yol boyu okuduğum “Asya’da Beş Türk” kitabındaki cesaret ve fedakârlığı görünce kendimden utandım. Bizden önce buralara (Sudan) adım atan İngilizler sebebiyle kendimden utandım. Aynı utangaçlığı Hartum’dan Niyala’ya 1.5 saat boyu çöl üzerinde uçarken aklıma Sami Çölgeçen’in “Sahray-ı Kebir’i nasıl geçtim” adlı kitabındaki çöl mücadelesi geldi ve yine hicap duydum. 


Benimle beraber Eğitim-Bir Sen genel sekreteri, TRT’den bir muhabir ve bir kameraman ve diğer iki arkadaşla birlikte grup liderimiz olan yıllarını İHH’ya vermiş Mavi Marmara şehitlerinden birinin oğlu Beheşti İsmail ile birlikte oluşturulan yedi kişi ile beraber Sudan’a uçtuk. Bizimle gelen diğer bir grup ise başkent Hartum’dan karayoluyla Güney Sudan sınırına gitti.


Grubumuz renkliydi. Türkiye’de ki değişik fikir gruplarından oluşuyordu. Türkiye’deki İslami-fikirsel tartışmalar çerçevesinde düşünülürse, bu grubun hiç birinin birbiriyle anlaşması mümkün değildi. En zıt fikirleri savunan gruplara sempati duyan kimi arkadaşlar aynı gruptaydık ve 7 günlük gezi sırasında hiçbir problem yaşamadık. Dostluk ve muhabbet çok iyi noktadaydı. Herkes Türkiye’deki verimsiz dini-teolojik tartışmaları unutmuş, buradaki yapacağı hedefe kilitlenmişti.


Uçakta yanıma Suriye’li bir çift oturdu. İsveç’de oturduklarını ve Şam’a döndüklerini belirttiler. Niye Hartum’a gittiklerini ise şöyle açıkladılar; Dünya’da dört ülkeden Şam’a sefer varmış; Rusya, İran, Sudan ve Arabistan. Bu sebeple önce İsveç’ten İstanbul’a oradan Hartum’a oradan da Şam’a geçecekmiş. İnsan soramadan edemiyor. Ne oldu bize? Pasaportsuz dolaştığımız bu coğrafyalarda niye gezemiyor, özgürce dolaşamıyoruz? Bu ülkeler niye böyle oldular? Şunu biliyorum ki; siz istikrarsız olursanız başkaları rahat eder. Başka da bir söze gerek yok.


Hartum uluslararası hava limanı bizim en küçük havaalanları kadar neredeyse. Her yer dökülüyor. Şaşılacak şeyse; Avrupa ülkelerinde WC’lerde su bulamazken, burada pisuarlara bile taharet musluğu takılmış

Darfur

Hartum’da 24 saate yakın Darfur eyaletinin başşehri Niyala’ya gidecek uçağı bekledik. Adeta dolunca kalkan köy otobüsleri gibiydi. Uçağa binince kaptan yolculuk duaları okudu ve cep telefonlarını kapatılmasını istedi. Ancak dinleyen kim? Önümdeki uzun sarıklının telefonu çaldı. Kapatması için uyardım. Uçak hareket ederken yine çaldı. Onunla kapatması için konuşurken uçak artık havalanıyordu ki sol tarafımdaki koltuktaki şahsın telefonu çaldı ve rahat bir şekilde açtı konuşmaya başladı. Kime ne anlatabilirsin? Dönüşte de inişe geçtiğimiz sırada önümdeki şahıs çalan telefonunu açtı ve rahat bir şekilde konuştu. Daha sonra grup başkanımız Beheşti’nin anlattığına göre; Afganistan’da Taliban döneminde keleş ile veya omuz füzeleri ile uçağa biniyorlarmış. Ne diyelim…


Uçaktan sekiz milyonluk Hartum’un dış mahalleleri adeta bir mezarlık gibi görünüyordu. Yine Diyanetin yeni inşa ettiği Ankara Kocatepe Caminin benzeri olan Mescid-i Nur dört minaresiyle dikkat çekiyordu.

Niyala

Darfur Eyaletinin dört milyonluk başkenti Niyala’ya iner inmez farklılığı hissediyorsunuz. Öncelikle her yerin asker kontrolünde olduğunu görebiliyorsunuz. Güvenlik sorunu ileri boyutta olduğu için gece sokağa çıkma yasağı bulunuyor. Beş gün boyunca silahların gölgesinde çalışabildik diyebilirim.  Bizi taşıyan araçların kasasında sürekli silahlı asker bulunduruldu.


Öncelikle Darfur meselesinin aslını buradaki insanlardan öğrenmeye çalıştım. Sonuç şu; Türkiye’de olumlu imaj bırakmış olan Sudan lideri Beşir’in Arapları öncelediği ve bölgedeki Afrika kökenli kabileleri birbirine kırdırarak Arap nüfusun hakimiyetinin sürmesine çalıştığı anlaşılıyor. Darfur’da % 15 civarında olan Arapların her yere hakim kılındığı zikrediliyor. Kabileler arası savaşlardan kaçan kadın ve çocukların ise Darfur dramını ortaya çıkardığı anlaşılıyor.


Bütün bunların üstüne Güney Sudan’ın ayrılması hikâyesini ekleyebiliriz. Güney’deki Hıristiyan bölgenin Batıyı arkasına alarak petrolün % 80’ini de elde etmiş olarak bağımsız devlet olması, Sudan’ı ekonomik olarak çökertmiş.  Güney Hıristiyan bölge daha rahatken, Sudan fakirlikle boğuşuyor. Darfur ise açlıktan ölüyor.


İlk başta durumu bu şekilde özetleyen yerli bir arkadaşa inanamamıştım. Dönüşte “haklımıyım?” deyince, gözlemlerimden çıkan sonuç ile hak vermek zorunda kaldım. Sonuçta ekonomik hiçbir çalışmanın yapılmadığı, zaten çöl iklimi gereği tarımsal sıkıntının yaşandığı bölgede açlık ve hastalıklar ölümler had safhada. Hiçbir belediye hizmeti göremiyorsunuz. Çöpler ortalıkta. Poşetler uçuşuyor, Ağaç dalları adeta adak ağaçlarına dönüşmüş. Dört milyonluk Niyala’da asfalt dökülmüş yol sayısını dört olarak verdiler ki doğruydu.

Yetimler

Bölgeye Türkiye’den başka yardıma gelen Müslümanlar var mı bilmiyorum. Ben görmedim, duymadım. 2006 yılında Başbakan Erdoğan gelip dramı yerinde görünce buraya yardım faaliyetlerini hızlandırmış.


Bu savaş ortamının sürüklediği ortamda oluşan yetimlerden dört bin kadarına İHH bakıyor. Bunların gıdası, eğitimi, barınması ve dahası ailelerinin durumuyla da ilgileniyor. Bu bağlamda ilk gün İHH’nın gıda paketleme bölümünü ziyaret ettik. Ertesi gün ilk olarak yetimler için alınmış adak sığırlarının kurban edilmesi törenine katıldık. Ben de iki sığır kurban ettim. Daha sonra bu etlerin ailelere düzenli bir şekilde dağıtımı, Türkiye’den getirdiğimiz küçük hediyelerin dağıtım işleri ve bu işleri yaparken yetimlerin başının okşanması, onların eğitimlerinin kontrol edilmesi, sağlık bakanı, sosyal işler bakanı ve vali gibi resmi kurumlarla görüşülmesi gibi faaliyetlere katıldık.


Burada İHH’nın eğitim yuvaları var. Ancak bölge şartları gereği standartlar Türkiye ile kıyaslamak mümkün değil. Bir defa sıra yok. Eğitim yerde yapılıyor. Öğrenciler tahtadan defterleri üzerine yazıp ezberliyorlar. Yatakhaneleri oldukça sefil, ancak o bölge şartlarında çok iyi diyebilirim.


Yetimin önemini Hz. Peygamber bize söylemişken biz unuttuk. Dünya bunu anlamış. Bu gün dünyayı yöneten iki büyük gücün başındakiler yetimlikten gelmeler. Putin bir yetim. Obama da babasız büyüyen biri. Bu tür insanlara herşeyi yaptırabilirsiniz. Çünkü onu durdurabilecek bir bağlantısı yoktur. Kiliseler milyonlarca yetimin peşinde koşuyor. Bunun için iç savaşları körüklüyor. Ortada kalan yetimleri alıp ailesinden koparıyor, Hıristiyanlaştırıyor. Osmanlı’daki devşirme sisteminin büyük devlet adamları çıkarmasındaki gerçeklik de bu olmalıdır.


Hastane


Niyala’da iki hastane gezdik. İlki dört milyonluk şehre hizmet veren devlet hastanesiydi. Abartmadan söyleyebilirim. Adeta ahır gibiydi. Hastalanmaktan korktuk. Yeni doğan ünitesindeki dramı anlatamam. Her taraf mikrop yuvası. Hiçbir modern alet göremiyorsunuz. Yataklar kirden kararmış. Koridorlar temizlik görmemiş, çamaşırhanesini anlatmam mümkün değil. Bekleme salonu yerine refakatçılar bahçedeki topraklar üzerinde uyuyorlar.


Sağlık bakanına buraya İHH olarak el atabileceğimizi söylediğimizde, her türlü yardımı yapabilirsiniz dese de burada öncelikli sorun gelen yardımın sürdürülebilirliği sorunu olmalı. Yani bir yönetim krizi var ve önemli olan hastanenin yönetimini ele almak gerekir diye düşünüyorum.


Ardından TİKA’nın kurduğu 124 yataklı, aylık 7500 hastaya hizmet veren gayet temiz modern hastanemizi ziyaret ettik. Masraflarının çoğunu Türkiye karşılıyor ve beş yıl sonra Sudan’a devredecek. Günde 400 hasta tedavisi ve 15 ameliyat ile bölgenin en iyi hastanesi durumunda. 70 türk, 200 sudanlı personel var. Çad gibi çevre ülkelerden bile gelenler var.  İnşallah teslim edildikten sonra diğer hastane koşullarına dönmez. Buralara kadar gelip hizmet veren doktorlarımıza imrendim. İçimden şunu düşündüm; “doktor olsaydım burada çalışmak için koşarak gelirdim.”

Aile

İHH burada sürekli yardımdan çok, bazı yetim ailelere kendilerini geçindirecek araçlar vermeye çalışıyor. Nitekim bazı ailelere keçi dağıtımı yaptık. Artık bu aileler bu keçi sayesinde kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecekti. Belki “bu nasıl olur” diyebilirsiniz. Ancak buradaki İHH merkezlerinde eğitimci olarak çalışanların bile maaşları 50 dolar. Yani bununla bir ay geçinebiliyorlar. Ayrıca bu sene yıllık olarak 10 dolar ikramiye dağıtıldı görevlilere.


Bir çocuk düşünün. Görevi annesinin eline verdiği bir su kabı ile kilometrelerce yürüyüp su taşıyacak. Çocuğun günlük hayatı ve işi sadece bu.  Su bulmak büyük sorun olduğu için İHH olarak arkasında su deposu olan eşek arabaları vererek hem para kazanmalarını ve hem de evlerine su taşımalarını sağladık.


Bu ailelerden sadece birinin dramı şuydu; baba savaşta öldürülmüş. 6 çocuk kalmış. İki büyük erkek çalışmaya gitmiş. Biz eve vardığımızda saat 11 sularındaydı. Evdeki en büyük 8 yaşındaki abla mutfak denilen yerde kirli paslı bir kabın içine bir şeyler koymuş, daldan kopardığı bir parça ile karıştırıyordu. Evi sorarsanız duvar yok. Ağaç dalları dikilmiş, etrafı hasır ile örülmüş, hiçbir mobilya ve halı yok. Üzeri kamışlarla örtülmüş bir kulübe. Toprak üzerinde bir hayat. Hasırlardan her türlü sineğin, topraktan her türlü haşeratın, üstten yağmurun, dışardan her türlü tecavüzcü ve hırsızın girebileceği mekanlar. Ancak en tehlikelisi açlık olunca bütün bunlar öteleniyor.


Bölgede vali dışında şişman bir insan görmedim dersem yalan olmaz. Böyle olunca zayıflama proğramlarının hiç biri burada geçerli değil. Burada hepimizin temennisi şu oldu; Türkiye’de kapitalizmin etkisiyle eşya beğenmeyen, yemeğe burun kıvıran, hayatını elbise mağazalarında, alış-veriş merkezlerinde tüketen insanlarımızı getirip burada bir gün yaşatmak lazım.


Daha da Kötüsü Var


Biz bu işlerle uğraşırken bir haber geldi. Niyala’nın bir bölgesinde yeni gelmiş ve çok kötü durumdaki muhacirlerden bahsedildi. Derhal bir çuval hurma alarak oraya koştuk. Anladık ki şimdiye kadar gördüklerimiz çok konforlu yaşıyorlarmış. “Ölümlerden ölüm beğenin” derecesineydi durum. Nutkumuz tutuldu, boğazımız kurudu.


Üstü örtülmüş, etrafı hasır çekilmiş bir yere,  yığılmış insan bedenleri. Kadın, çocuk, ihtiyar. Civardaki savaştan kaçmışlar, buraya sığınmışlar. Kaldıkları yeri ölçtüm, 50 metre kareydi ve 80 kişi kalıyordu. Toprak üzerinde yatıyorlardı. Yatak, yorgan, yastık hiç biri yoktu. Dışarda birkaç toprak ve tencere kab bulunuyordu. Her aileye verdiğimiz ancak bir avuç hurmaydı ve bununla birkaç gün idare edeceklerdi.


O gün itibariyle oteldeki restorandan yemek yemeği bırakıp Türkiye’den yanımıza getirdiklerimizle idare etmeye başladık. Otele vereceğimiz parayı buraya aktarmaya karar verdik. Ayrıca aramızda topladığımız bir miktar para ile yaklaşık 300 aileye pirinç dağıtmaya karar verdik. Hazırlattığımız ikişer kiloluk pirinç paketleriyle buraya tekrar vardığımızda tam bir yıkıma uğradık. Durumu duyan yaklaşık bin aile toplanmıştı. Biz ise 300 aile için hazırlık yapmıştık.


Açlığı İzlemek


Daha da kötüsü ve bittiğimiz nokta şu idi; kadınlar, çocuklarıyla oturmuş “birazdan pirinç dağıtılacak” diye toprak kaplarındaki suyu kaynatmaya çalışıyorlardı. Kapkara gözleriyle size bakan bu insanlara bir şey veremeden ayrılmak kadar zor bi şey daha var mı ki? Getirdiğimiz pirinçleri kalabalık sebebiyle dağıtamadan ayrıldık. Biz bitmiştik. Günlerdir açlıkla bekleyen o kara derili insanların kalbini siz düşünün. Hadislerde zikredilen bir verip 700 sevap almak herhalde burada geçerli olmalıdır.


Ertesi gün tespit ettiğimiz 300 aile İHH merkezine geldi ve ikişer kilo pirincini aldı. Onlar yaklaşık 3 km yol gelip ikişer kilo pirinç alırken, ben kendi adıma verdiğimiz azıcık şeyden, küçücük bir paketten utanıyordum. Ama açlık insanda hiçbir şey bırakmıyor ki. Hz. Peygamber'in tabiriyle; “açlık dinden çıkarayazdı.” Nitekim yığınla insan yemek karşılığı misyonerlerin baskısıyla Hıristiyanlığa geçiyormuş. Adları Hasan olup Hıristiyan olanlara rastlanıyormuş Afrika’da. Doyduğunda ise tekrar Müslümanlığa dönenlerin hikâyelerini dinledim burada.


Dünyayı gezdim, 18 ülkeye gittim, burası kadar sefilini görmedim. Buradaki dram gibisine şahit olmadım. Bu bölgelerde 110 bin muhacir aileden bahsedildi. Yurt içi göçmen evrakı yok, kimliği yok. Bu şekilde TİKA hastanesine gelenlere karşı bizimkiler ne yapacaklarını bilemiyorlar.


Facebook üzerinden yaptığım paylaşımlar çok ses getirdi. Adeta herkes yardım göndermek için sıraya girdi. Çok kısıtlı internet ortamlarıyla haberleşebilsek de onları İHH’nın Sudan hesabına yönlendirdim. Tahminim sadece benim yönlendirmem ile sadece Türkiye’den değil yurtdışından da dahil olmak üzere binlerce dolar yardım yapıldığını zannediyorum. Dahası Tokat Milli Eğitim Müdür yardımcısı arkadaşım Abdullah Gürbüz’ün organizesiyle Darfur’da kurumsal bazda yerlerin inşa edileceği haberleri geldi.

Dağıtımlar

Burada kalıcı şeyler yapmaya çalışıyoruz. Örneğin bazı ailelere 20 tavuk vererek artık kimseye muhtaç olmamasına gayret ediyoruz. Bununla hayata tutunabiliyorlar. Yumurtasını satıyorlar, icabında yaşlanan tavukları kesip satabiliyorlar ve bir aile ayakta kalabiliyor. Veya su deposu taşıyan eşek arabası vererek su ve geçinme sorunlarını çözüyoruz. Et, pirinç, hurma dağıtıyoruz. Hastane üniteleri yapma projeleri tasarlıyoruz.


Ancak bu arada Türkiye’den yanımızda getirdiğimiz, şeker, bisküvi, balon gibi şeyleri de dağıtarak gülümsetmeye çalışıyoruz. Ne kadar şaşırıyorlar bu lüks yiyecek ve oyuncaklara. Aldıkları bir şeker ve balonla neşeleniyorlar. Şaşkınlıkla getirilen oyuncakları inceliyorlar. Grup başkanımız Beheşti İsmail anlattı; Pakistan’da götürdükleri bebek bezlerini anneler ters bağlamışlar, deterjanları ise çorbadır diye kaynatmışlar.

Hartum

Hartum’da 5 bin Türk yaşarken, 100 bin Çinli yaşıyor ve Çinli kızlarla Sudanlı erkekleri evlendirmeye veya Çin’deki Müslüman erkeklerle buradaki Sudanlı kadınları evlendirmeyi düşünüyorlar. Bu iş için fon ayırdıkları belirtiliyor. Böylece buraya yatırım yapmayı amaçlıyorlar. Buradaki yetkililer hayatın ne kadar düşük şartlarda olduğunu anlatmak için 50 dolar karşılığı buradan Sudanlı bir gelin alınabileceğini belirttiler. Dönüşte Hartum’daki Mescid-i Kebir, Mescid-i Osmani, Mescid-i Nur, Mescid-i Nileyn ve ABD’nin vurduğu şifa ilaç fabrikasını ziyaret ettik. Barışsever(!) Clinton’un silah fabrikası diye vurduğu bu fabrikanın çalışmaması sayesinde binlerce çocuk ilaçsızlıktan telef olmuş. 

 

 

 

Son Güncelleme: 04.05.2016 14:56
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.