Habercim19 yazarı Av. Ömer Kılıç, Türkiye’nin Suriyle ve Irak politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Son günlerin tartışmalı konusu Sevr ve Lozan’a açıklık getiren Kılıç, CHP’nin konuya ilişkin yorumlarını eleştirdi. Kılıç, yazısının son kısmına bir de not düştü.
İşte o yazı:
SAVAŞ İSTEYEN KİM?
Türkiye, Suriye’den sonra Musul’un DAEŞ’ten kurtarılması bahanesi ile Irak sınırlarımızdan da sıkıştırılmaya başlanınca, Cumhurbaşkanı bir karşı hamle ile önce Lozan Anlaşmasını, arkasından da Mısak-ı Milli’yi tartışmaya açarak son yıllarda yürüttüğü bağımsız politikalardan geri adım atmayacağını net şekilde ortaya koydu. Bunu yaptı ve yüz yıl önce bölge ülkelerinin sınırlarını çizen ama bugün bu sınırların değişme zamanının geldiğini düşünen küresel sömürü düzenin baronlarının (veya üst aklın) başının belası olmaya devam edeceğini bir kez daha gösterdi.
İlk önce, başbakanlığı döneminde “baldıran zehiri içmeye hazırım yeter ki akan kan dursun, analar ağlamasın” diyerek siyasi hayatını bitirme pahasına başlattığı çözüm süreci bitirildi ve PKK Güney Doğu başta olmak üzere tüm ülke sathında saldırıya geçirildi. Bu operasyondan sonuç alınamadığı gibi bölge halkının HDPKK’nın isyan çağrılarına kulak asmaması ve bundan PKK’nın büyük bir darbe yemesi, arkasından 15 Temmuz darbe girişiminin de büyük bir uyanışa, hatta şahlanışa sahne olması karşısında küresel vesayetçi güçler bu defa Irak üzerinden Türkiye’yi içinden bir daha çıkamayacağı bir mezhep savaşına sokarak burnunu sürtmeyi amaçlıyorlar.
Türkiye için bu durumdan tek kurtuluş yolunun eskisi gibi ABD’ye teslim bayrağını çekerek, başta İslam dünyası olmak üzere bütün mazlum ve mağdur milletlerin sesi olmak gibi sevdalardan vazgeçmek olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Yani görünüşte eskisi gibi bağımsız, ama kendi tarihinden, değerlerinden, kültüründen utanan, maymun gibi batılı efendilerini taklit eden ve kıyamete kadar gelişmekte olan ülke olarak kalmaya mahkum eski Türkiye olsun istiyorlar. Son günlerde Türkiye’nin fabrika ayarlarına dönmesi gerektiğini sıkça dile getiren devşirme aydınların da esas olarak söylemeye çalıştığı bu.
Küresel sisteme vekalet eden içimizdeki devşirme azınlığın bu konuda ne kadar istekli olduğu zaten belli ama ne yazık ki bizim mahallenin marazlı tipleri de buna çoktan razı olmuş durumdalar. Cumhurbaşkanını savaş çığırtkanlığı yapmakla suçlayarak, Selahattin Demirtaş ağzıyla konuşuyor ve “savaş istemek kolay, nasıl olsa ölenler onun çocukları değil” diyebiliyorlar. Bu sözlerin muhatabı ise, milleti uğruna onlarca suikastı atlatmış, birçok kanlı terör örgütlerinin yanı sıra birçok devletin de gizli servislerinin hedefinde olan adam. 15 Temmuz gecesi kendisini ele geçirmek için yapılanlar ortada. Biraz insaf diyeceğim ama kime?
Savaşı kimse istemez ama dünyada savaşması gerektiğinde bundan kaçarak ayakta kalabilen bir millet yoktur. Ona buna yaslanarak arada tampon görevi yapan naylon devletler hariç dünyada ne kadar büyük devlet varsa hepsinin tarihlerinde büyük savaşlar vardır ve bütün bu milletlerin birinci övünç kaynağı, tarihlerindeki kahramanlıklar ve savaşlarda gösterdikleri fedakarlıklardır.,
Biz de millet olarak şanlı tarih hikayeleri anlatmayı pek severiz. Sanki o şanlı tarih yan gelip yatarak yazılmış gibi. Koca Osmanlının savaşsız geçen yıllarının toplamı ne kadardır hiç düşündük mü? Ne zaman ki savaş gücünü kaybetmiş ve savaşmayı becerememiş, o zaman zayıflamış, zillete düşmüş ve yıkılmıştır. Bizim dinimizde de savaş istenmez ama çok çaresiz kalınmadıkça düşman saldırısından kaçmak da asla kabul edilmez, hatta bunun münafıkça bir davranış olduğu belirtilir.
Türkiye elbette ki savaş istemiyor, ama küresel güçlerin taşeron örgütleri eliyle sürekli saldırıya maruz kalırken kimse bu duruma ilelebet sessiz kalınacağını beklememelidir. Cumhurbaşkanımızın dediği bu. Suriye’de savaşı biz çıkartmadık. Türkiye’nin bütün suçu orada katledilen yüz binlerce mazlumun sesine kulak vermektir. Katilden kaçarak kapımıza dayanan mazlumlara kapımızı kapatmadığımız için başımıza bunlar geldi diye hükümeti suçlayanların kimin adına konuştukları belli. Onlarca devlet Irak’tan binlerce kilometre uzaktan gelerek burada nifak tohumları saçarken, buradaki savaştan en çok etkilenecek ülke olmamıza rağmen kayıtsız kalmamızı isteyenler de aslında kime hizmet etiklerini çok iyi biliyorlar.
Peki, şimdi mevcut sınırlar değiştirilmeye çalışılırken, yüz yıl önce bize dayatıldığı için çaresizlikten dolayı kabul etmek zorunda kaldığımız sınırların korunması konusunda neden bu kadar ihtiraslı olalım ki? Zorla elimizden alınan Halep ve Musul, o gün kabul etmek zorunda bırakıldığımız sınırlar için dahi bir tehdit oluşturmaya başlamışsa bizim de, Mısak-ı Milli ve Lozan’ı tartışmaya açmamızdan daha tabii ne olabilir?
O günün şartlarında ne dümenler çevirerek Lozan’a razı edildiğimiz, esasen Milli Mücadeleyi yürüten 1. Meclisin bu antlaşmayı imzalamadığı için feshedilmiş olması, yerine seçimden çok atama usulü ile kurulan meclisin ilk işinin bu antlaşmayı imzalamak olduğunun gündeme gelmesi birilerinde kaşıntıya neden oluyor, bunu biliyoruz. Batının da, “memleketi işgalden biz kurtardık, devleti biz kurduk” diyerek yüz yıldır milletin sırtında yaşayan asalak bürokratik devşirme zihniyetin de korkusu bu.
Sevr’i masaya sürenler de çok iyi biliyorlardı ki, bunun hiçbir biçimde kabul edilebilir, uygulanabilir bir yanı yoktu. Ama diplomasi böyle bir şeydir, Lozan’a başka türlü nasıl razı edeceklerdi bu milleti. “Ölümü gösterip sıtmaya razı ettiler” derken Cumhurbaşkanı da bunu kastediyor zaten.
Vesayetçi statükonun sözcüsü Kılıçdaroğlu buna karşılık diyor ki, “biz Lozan’ı savunuyoruz, onlar Sevr’i, biz cumhuriyeti savunuyoruz, onlar hilafeti, biz vatandaşı savunuyoruz onlar kul olmayı”.
Bırakın Sevr gibi bir şantajı, Lozan’ı bile yeniden konuşmalıyız diyen bir insana böyle bir cevap verilir mi? Verilirse bunun bir inandırıcılığı olur mu? Ondan sonra da millete kızıyorlar, bizi iktidar yapmıyor diye. Çok beklersiniz.
Omerkilic91@hotmail.com
Not: Ak Parti İl Başkanlığı sürecinde yaşanan ve kamuoyunda bir takım spekülasyona neden olan olayları yazmayı düşünüyordum ama konu çok fazla kişiselleştiği için şimdilik bundan vazgeçtim. Çok gerekli olursa ileriki bir zamanda belki.
31 Ekim 2016 Pazartesi 11:34
Son Güncelleme: 31.10.2016 15:35
Allah Zihni'ni açık etsin güzel bir yazı
Ak parti böyle bir birikimi, basit kişisel çıkarlara kurban ettiye daha ne diyelim...
Yeni başkandan da gündem ile ilgili ufuk açıcı bir yazı bekleriz, istifade etmek için.... !
Yıllarca bize öyle bir şanlı tarih anlatıldı ki, hayır, ama, keşke, veya deme eleştirisi bile hainlik sayıldı... Şimdi ise sivil toplum yerine cumhurbaşkanı yol açıyor, bizler ardından gidiyoruz bu düşünülmesi gerek en önemli sorun bence... STK'ların kaçı acaba alternatif bir tarih çalışması yapıyor?
Ok yaydan çıktı bir kere! Artık konuşulmadık, tartışılmadık konu kalmamalı. Misali Milli sınırları vurgusu yaparak kahramanlık yazan tarih yeniden yazılacak, ama bunun için olayları iyi okuyan, basiret ve feraset sahibi liderinin arkasında değil, önünü açacak ve bedel ödemeyi göze alan siyasetçiler lazım. Rabbim Erdoğan'a kolaylık versin işi çok zor, ama Allah var ve gam yok...
gündemi çok güzel özetlemişsiniz. kaleminize sağlık.selametle
Ülkemizin sorunlarını böyle dile getiren entellektüel kaç kişi var bu değerimizdir şahsi çıkarlarlar İçin davasından eser kalmamış kişilerin asıl bu değerimizin değil ilimizin ve ülkemizin önünü 15yıldır tıkadıllarını millet biliyor inşallah Allah bunlardanda hesap sorulacak günleride gösterecektir