KÜTAHYA KAÇINCI ŞEHİR

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sırayla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u anlattığı “beş şehir” adlı kitabıyla karşılaştığımda bu şehirler içinde Kütahya’nın olmamasına sevinmiştim.

Altıncı şehir olarak Kütahya’yı ben yazabilirdim. Ancak Ahmet Turan Alkan elini benden çabuk tutmuş ve 1991 yılında “altıncı şehir” adıyla Sivas’ı anlatmış. Bu kitaptan haberdar olunca düşüncemden vazgeçmek zorunda kaldım.

7 rakamındaki gizeme güvenip “yedinci şehir” olarak Kütahya’yı yazmaya koyuldum. Sonra Özkan Yalçın, “yedinci şehir” adıyla Amasya’yı anlattığı kitabını neşredince benim hevesim tamamen kırıldı. Sekizinci şehir diye devam etmenin bir manası kalmamıştı. Hem Kütahya, sekizinci şehir sıfatıyla anılacak bir şehirden çok daha fazlasıydı, benim için…

İlkokulda adını duyduğumdan beri görmeye heves ettiğim ve 1997 yılında üniversite için gittiğim Kütahya’yı umduğumdan daha muhkem bulmuştum. Beş yıl kaldığım Kütahya, herkesin kendi dünyasında kurduğu “medine’sinin” bendeki tam karşılığıydı, hala öyledir. Ve hep öyle olacaktır…

“Doğduğun yere değil doyduğun yere bak’masını” öğütleyenlere karşı bir itirazım yok.

Ama bazen vatan kelimesinin karşılığına, doğduğu yer de doyduğu yer de tam olarak kifayet etmeyebiliyor. İnsan kendini; gidemediği, göremediği, duramadığı yere ait de hissedebiliyor. Sanırım Efendimizin, Hazreti Veysel’e yolladığı hırkasının dünyaya bıraktığı bir sünneti bu...

Kütahya her şeyden önce kaba bir şehir değil. İnceliğini de Osmanlı’nın Anadolu Sancağı’nın merkezi olmasının da etkisi olsa gerektir. Camileri, mezarlıkları ile belki Türkiye’nin en halis şehirlerinden biridir.

Kütahya insanın hayatını özetleyen bir şehir…

Doğumdan, ölüme…

KIVIÇ*

Ne koşuyorsun böyle? Bir çoban olarak mı yapıyorsun bunu? Yoksa bir istisna olarak mı? Üçüncü olasılık, bir terk eden… - Bilincin birinci sorusu.- Birlikte gitmek mi istersin, önde gitmek mi yoksa? Ya da kendi başına yürümek mi? İnsan ne istediğini, hangisini istediğini bilmeli. – işte bilincin dördüncü sorusu.- Friedrich Nietzsche

Sokakların çürüyüp asfalttın toprağa dönüştüğü vakit annelerin yolculuğu başlar. İklimlerin ve atlasın bittiği yere kadar gider anneler. Göğsünde masal dinleyen çocukların üşüyen yüzü ısınsın diye en sıcak ateşi bulmak için çıkılmıştır yola. Şehir içinde bir dağ ne kadar dağ kalabilmişse artık o dağın eteğine doğru yürür. Anneler eteğe yapışmayı çocuklarından öğrenmiştir. Çünkü her çocuk dünyanın bütün dillerinin bütün kelimelerini içeren sarışın yahut karaşın bir sözlüktür.

Kuşluk vaktine kadar dönülmelidir gidilen yoldan. Zira kuşluk soğuğu çocukların yüzlerine bulaşırsa çirkin olurmuş çocuklar. Bu eski kitaplarda yazmasa da her anne kuşluk soğuklarının evlatlarına iyi gelmediğini bilir. Bu yüzden kışlık ve kuşluk soğuklarının ellinden çarçabuk alınmalıdır çocuk. Anneler, şehrin giremediği evlerde üşüyen bütün yüzleri ateşin en incesiyle ısıtmak için gittikleri dağın nimetiyle dönerler. Kuru çam yapaklarıyla…

Şehrin giremediği evler zor ısınsa da;

Yaşamak ayettir.

GÖÇGÜRÜLTÜSÜ

göç başlar birazdan/ biraz daha dayan/

*Kuru Çam Yaprağı

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165