Türkiye’nin bugünkü durumunu ve içinde bulunduğu şartları “Akvaryumun suyu hiç bu kadar berrak olmamıştı!” diyerek anlatmak yanlış olmaz. Bulanık suda balık avlamayı alışkanlık haline getirmiş hatta marifet bilen ve her türlü manipülasyonu kendi çıkarları için mubah gören bir grup hain (daha önceleri de farklı şekillerde olduğu gibi yine) başarılı olacakları zannıyla 15 Temmuz’da, bin yıllık devlet ve millet olma geleneğine sahip bir milleti tahakküm altına sokmak, egemenliğini ve devletini elinden almak üzere pervasızca saldırdılar.  

15 Temmuz’da millet iradesine yapılan söze konu hain saldırı bir darbe kalkışmasının çok ötesinde, milleti esaret altına almaya dönük devletin varlığını hedef alan bir “Yıkım Girişimi”, akla zarar sapkın bir ihanet hareketi olarak tarihin karanlık sayfasında yerini aldı. Bu kadar pervasız ve düşmanca saldırıyı anlamak ve kavramak; saldırıya uğrayan masumlar tarafından kolay olamazdı, nitekim öyle de oldu. Bununla birlikte saldırıya birkaç on yıldan beri hazırlandığı anlaşılan Fetö/PDY terör örgütü içinse; bu hain girişime karşı Milletin canı pahasına karşı koyuşu da anlaşılamazdı ve nitekim anlayamadılar da…


“Kaderin üstünde bir kader” olduğunu idrak edememiş, yaptıkları karanlık hesap ve planın kime hizmet ettiğini sorgulamaya bile fırsat bulamadan maskeleri düşen saldırganlar, milletin iradesine zincir vurmak ve milleti boğmak üzere 15 Temmuz gecesinin karanlığında metal bir fırtına estirerek harekete geçtiler. Sinsice ve yavaş yavaş uygulamaya konulan bu planlı kanlı hareketin uzun süren bir hazırlığın ardından ortaya konulduğu anlaşılıyordu. Öyle ki saldırı azgın bir şizofren atak gibiydi ve etkisi her yönüyle yakıcı, sarsıcı, yorucu, dramatik ve travmatikti!


Milletin özgül ağırlığı!

Millet olmak; ortak değerlerde buluşmak, iyi ve kötü zamanlarda birlikte yaşamış olmak, birlikte güne ve geleceğe sahip çıkmak şeklinde ifade edilebilir. Böyle bir durum ise bir özgül ağırlığı gerektirmektedir. Dolayısıyla millet olmak yüksek özgül ağırlığa sahip olmak anlamına gelmektedir. Durum böyle olunca saldırganlar tahmin edemeyecekleri bir direnişle ve milletin tek vücut halinde kararlı karşı hareketiyle karşılaştılar. Öyle ki Milletin bizatihi kendisi Dünya Demokrasi Tarihi’ne geçen asil bir karşı duruşla ve karşı koyuşla tüm hain planları alt üst etti. Özgürlüğüne aşık ve demokrasiyi içselleştirmiş olan Türk Milleti; her şeyin ve olup bitenin çoktan farkında olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihi bir sorumluluk ve liderlik örneği göstererek kararlılık içinde; “Biz bu kalkışmaya, darbe girişimine canımız pahasına karşı koyacağız, halktan daha büyük bir güç tanımıyorum, Milletimizi meydanlara davet ediyorum,” çağrısına topyekun uyarak; tanklara, savaş uçaklarına göğsünü siper etti ve tarihin görebileceği en hain yıkım hareketi bertaraf edilmiş oldu. Bu yıkım ve işgal girişimine tanıklık eden 15 Temmuz karanlığı, 16 Temmuz gününün ilk ışıklarıyla birlikte “kadim bir millettin geleceğine sahip çıkmasına, adeta yeniden doğuşuna, karanlıktan aydınlığa çıkışına, dirilişine” tanıklık etti. 


Hayatın doğal akışına inat!

Böylesine hayasız bir saldırının olabileceğine ihtimal vermek mümkün değildi. Gerçi fantastik kurgu romanlarında 24 saatte ele geçirilen devletlerden, sesi soluğu çıkmadan eline ayağına prangalar takılan toplumlardan bahsedilirdi, ama esasen onlar sadece romandı ve romanın kahramanları ve piyonları sadece hayal ürünüydü.  Ancak 15 Temmuz kalkışması, söze konu irrasyonel olduğu düşünülen fantastik kurguların gerçek olabileceğini, hatta tam olarak hayat bulabileceğini yaşayarak öğrenmeye yol açtı. 


Tabi ki; “hayatın doğal akışı” esas alınarak yazılmış senaryoların, hayatın doğal akışına göre çalışmadığı bu coğrafyada bu asil millet tarafından hep gösterilmiştir. Hele hele akıl ve ferasetiyle, irfanıyla geçmişten bugüne inisiyatif geliştiren ve karar alan milletimiz üzerinde hayatın doğal akışının hiç bir etkisi olmadığı (çok defa olduğu gibi) bir kez daha tecrübe edilmiş oldu.


Bu okuma ve kadim anlayış, akli tavır ve feraset ürünü irade, yani “millet iradesi” zor zamanlarda hep bir pusula gibi milletimizi doğruya sevk etmişti. Bu defa da böyle oldu ve milletimiz derin sezgi ve öngörüsüyle bu ağır tablodan; bu ağır sınavdan özgüvenini tazeleyerek, daha güçlü bir şekilde ayağa kalkarak, tehdidi bertaraf ederek, hatta tehdidi fırsata çevirerek ve bir demokrasi tarihi yazarak alnının akıyla çıktı.
İnisiyatifi ele almak!

Kolay değildir, tehdidi fırsata çevirmek. Varlığı tehdit altına girdiğinde inisiyatifi ele almak, varlığına yönelen saldırıyı çıplak elleriyle ortadan kaldırmak ve süreci lehine çevirmek tarihte çokça yaşanmış, hatta hiç yaşanmamış nitelikte ve yazılmış olaylardan değildi. Ama Şair’in dediği gibi  “iman dolu bir göğse sahip olmak, başlı başına kaderin üstünde kaderin varlığının da habercisiydi.” 


Milletin birlik ve beraberlik içinde tek vücut olarak eş zamanlı ve doğaçlama geliştirdiği bu inisiyatif hem yurtta ve hem de dünyada ders alması gerekenlere en büyük ders oldu. Öyle ki bu ders; Milletin kendisini yönetme yetki ve sorumluluğu verdiği yöneticilere ve yönetici adaylarına da çok önemli bir uyarıydı ve hem de çok özel bir mana içeriyordu. Millet, geleceğini emanet ettiği yöneticilere iktidara ve muhalefete sergilediği kahramanca duruşuyla yapılması gerekenler konusunda bir bakıma izlenecek bir yol haritası sunuyor ve bunun eşliğinde yetki veriyordu.


Türkiye hedef büyüttü ve olanlar oldu!

Türkiye bulunduğu coğrafyanın son bin yılında hep temel bir aktör olarak yer almıştır. Dün olduğu gibi bugün de (her ne kadar geçtiğimiz yüzyılın başında büyük ölçüde toprak kaybetmesine rağmen) Türkiye bölgesinin en önemli ülkesidir. 1923’te toprakları büyük ölçüde küçülmesine rağmen, Türkiye’nin devraldığı kadim miras, bulunduğu coğrafya da bugün de hedef büyütmesini doğal kılmaktadır. Türkiye, ekonomisine güç sağlayacak hiçbir doğal kaynağa(enerji) sahip olmamasına rağmen, sahip olduğu insan kaynaklarıyla dünyanın en büyük 16. ekonomisi olmayı başardı. İstikrarın sağlandığı dönemlerde hep daha fazla büyüyen Türkiye son 14 yılda yakaladığı istikrar ile milli gelirini 231 milyar dolardan 800 milyar doların üzerine çıkararak 3 kattan fazla artıran Türkiye, Cumhuriyetin 100. Yılında 2 trilyon dolar milli gelire ulaşarak dünyanın ilk on ülkesi içinde olmayı hedef olarak koymuştu. 


Milli gelir yanında hemen her alanda elde edilen gelişmeler, esasen Türkiye’nin hedef büyütmesinden ziyade “nehrin yatağına geri dönmesi” nin ortaya koyduğu bir sonuçtu, yani yaşanan gelişmeler esasen doğaldı ve olması gereken mecrada ilerliyordu. 
Türkiye’nin bugünkü noktaya gelmesi bile bulunduğu coğrafya üzerinde hesabı olanları tedirgin etmiş ve Türkiye’nin hedef büyüttüğünü ve kendilerinin karşısında hak ve adaleti savunan bir gücün ortaya çıkmasından rahatsız olmuşlardı. 

Ne yaptık karşılığında ne gördük?

Türkiye; dost ve müttefikleri için Kore’de, Afganistan’da ve nerede ihtiyaç olmuşsa orada görev yapmış, NATO’nun güney kanadının güvenliğini onlarca yıl korumuş, her koşulda ve her dönemde her türlü fedakarlığa katlanmış bir ülke olarak Batı için çok önemli müttefik konumunda olmuştur. 


Son olarak Türkiye, 2011 yılından beri Suriye’deki iç savaş nedeniyle gelen 3 milyon insana kapılarını açarak Avrupa’ya yönelik mülteci göçünü durdurmuş ve 30 milyar dolarlık harcamayı gözünü kırpmadan yapmıştı. Hatta bu rakam sosyal yük dışında satın alma gücü bakımından değerlendirildiğinde Avrupa Birliği’ni bir bakıma 100 milyar dolarlık mali yükten yine Türkiye kurtarmıştı. Tabii bir de AB üyelik süreciyle ilgili konular ve son olarak “vize serbestisi” gibi verilen sözlerin tutulmaması vardı. Yine Türkiye’nin çıkarlarına ve iç güvenliğine yönelik olarak onlarca yıldır terör örgütlerine ve 1915 dayatmasına verilen örtülü ve açık destekler hep hafızalarda muhasebesi yapılan konulardı ve hep canlıydı.


Dolayısıyla yüksek ferasetiyle Milletimiz yaşananları; “Biz müttefiklerimiz için ne yaptık, karşılığında ne gördük? şeklinde analiz etmiş, yorumlamış ve her kesimin benzer muhasebeyi yapmalarını istediğini göstermiştir. 


Akvaryumun suyu! 

İçerdeki hain girişime karşı milletin demokrasisine, bayrağına, vatanına ve devletine canı pahasına sahip çıkması dışardaki dostların verdiği destekle anlam kazanırken; “demokrasi tutkunu” olarak bilinen, “gelişmiş dünya” olarak tanımlanan hatta dost ve müttefik olarak onlarca yıldan beri büyük değer verilen önemli sayıdaki ülkenin “darbe yanlısı” görünecek şekilde tepkisiz kalması, hatta hezeyan içinde darbe girişiminin başarısız olmasına “ağıt yakması” milletimiz için tam bir hayal kırıklığı olmuş ve her geçen gün yeni yeni Türkiye karşıtı olaylara destek vermeye devam edilmesi bu hayal kırıklığını şaşkınlığa dönüştürmüştür. Bu durum halkın zihninde yakın ve uzakta coğrafyalarda bulunan müttefikler hakkında “ne kadar samimiler yada neden samimi değiller?” sorgulamasına yol açmış, bir bakıma tüm kesimlerin zihinlerinde dost veya düşman kavramları sorgulanmış ve sonrasında akvaryumdaki su berraklaşmıştır. 


Bugün akvaryumdaki suyun berraklaşmasıyla birlikte iyi kötü, samimi samimiyetsiz, doğru yanlış netleşmiş dost ve düşman, iyi ve kötü niyetliler ortaya çıkmıştır. Bir bakıma akvaryumun suyu berraklaştıkça gerçekler karşı konulamaz şekilde gün ışığına çıkmış, toplum ve devlet net ama aynı zamanda kararlı tavırlar ortaya koymaya başlamıştır. Buna göre bu süreç halkın günceli okuması ve yorumlaması, tarihi yeniden anlamasıyla daha rasyonel tavırlar geliştirilmesine yol açmıştır. Bunun sonucu olarak yakın geçmişte “Avrupa Birliği ve Amerika sağlam ve birlikte yürünmesi gereken müttefiktir.” algısı ve kabulünde köklü değişmelerin ortaya çıktığı görülmüştür. Hatta bırakınız müttefikliği bu ülkeler samimi değillermiş ve bize düşmanlık yapıyorlarmış, aldanmışız noktasına gelinmiştir. Bu durum “toplumu hızlı bir uyanışa ve kendine gelmeye zorlamış ve şer’den hayr çıkması” na vesile olmasıyla sonuçlanmıştır. 


Tabii yine az da olsa içerde de “celladına aşık sığ aydın ve siyasetçi” tiplemeleri darbe başarısızlığa uğrayınca dışardaki bazı (dost görünümlü) ülkelerin  temsilcileri gibi veryansın etmişler ve kendilerine hak gördükleri (ama helal olmayan ve milletine düşmanlığı dahi mubah gören) sonsuz demokratik haklarını kullanmaya devam etmişlerdir… 


Kahramanlara saygı!

Son olarak bir kez daha düşünelim ve yüksek sesle soralım! Bu coğrafyada köklü birikimiyle kadim kültürüyle insanlık için hak ve adalet bayrağını hep yukarda tutmak üzere her türlü fedakarlığı yapan, yapmaya hazır bir Millet, bir Türkiye olmasaydı neler olurdu? Ya da neler olmazdı! 


Yazımı 15 Temmuz kalkışmasında şehit olan 246 kahraman vatanseverin aziz hatıralarına atfediyor, kendilerini rahmet ve minnetle anıyorum. Gazilerimize ve Milletin varoluş mücadelesine yüksek sorumluluk içinde destek veren, vermeye devam eden tüm insanlarımıza sağlık ve başarı diliyorum. 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165