Fena bir zamandayız. 

Elbette, bu fenalığı üstümüze zaman salmıyor aksine; insan, zamanın üstüne bütün fenalığını salıyor. Aklımızın erdiği coğrafyalar, bereketinden emin olduğumuz topraklar yeryüzü değil “şer-yüzü”… 

Türkiye’de öyle… 

Kurnazlıkla besledikleri gâvurluklarını, alınlarına ve omuzlarına bir boynuz gibi takanlar yüzünden dudaklarımız uçukluyor her gün. Hangi yöne gitmeye niyetlensek bir gâvurun boynuzunun parçası yolumuzu kesiliyor. Bu topraklardan acıyı hiç eksik etmiyorlar belli ki etmeyecekler de. Sanki her evin ocağına bir acı bırakmak için yemin edilmiş… Bu yemini edenler de yine aynı sokakta yürüdüğümüz, aynı havayı soluduğumuz insanlar. Kendi başına gâvur olma kabiliyeti olmayanlar, vicdanlarının ırzlarını avuçlarına alıp mütecavizlerin önüne atıyor. Daha sulbüne su yürümemiş çocukları, kendi piç dünyalarının fantezilerine oyuncak edenler pıtrak gibi türüyor. Dehşet bir iç kırılması ile karşı karşıyayız. Allah sonumuzu hayretsin… 

Birileri Türkiye’de kötülüğün ve kötücüllüğün antolojisini yazmak istiyor. Ve yazıyor da… 

Güz geliyor güzümüze, kış geliyor kışımıza, bahar geliyor baharımıza, yaz geliyor, yazımıza saldırıyorlar. Dört mevsim kırmızı duruyor yaprak, kar, çiçek, ekin… Dört mevsim kan…

Dış mihraklar, iç mihraklar kısaca mihraklar birleşip insaniyet namına aldığımız abdesti, yürürken topuklarımıza çaldığı neşterle bozuyor, bozuyor, bozuyor… Beş vakit… 

Nerenin mihrakı olduğunu bilmediğimiz adamlar, biz henüz can havlindeyken çare sunuyor önümüze. Ve can havliyle acımızdan, kim ne derse yapıyoruz. Yılanların ortasına düşüp denize sarılmaya çalışmak bu.
Oysa denize sarılacak kollarımız yok ve hiçbir zaman da olmayacak. 

Bizi kurtaracağı söylenen her şey, başımıza boyumuzdan büyük belalar açıyor. 

Bu ülkede; demokrasi katil üretiyor, devrimci mantık vahşet üretiyor, insan hak ve özgürlükleri dedikleri şeyler muhannet üretiyor, özgürlük ihanet üretiyor, müreffehlik fuhuş üretiyor… 

Peki ya din? Dinin ürettiği şeyler de ahlaktan yoksun olduğu için kursaktan aşağı geçecek şeyler değil. Vesselam, susuzluğumuzu giderdiğimiz kuyulara zehir k/atıyorlar. 

Peki, nedir bütün bu olup bitenler? Niye olup bitmektedir? Kuyuya indiğimiz ip kimin? İpsiz bir tespihe neden dizmek istiyorlar bizi? Niçin her gün, birimizin ocağına ateş yahut ateşe bir ocağımız düşüyor? Niçin ölüm kol geziyor? Neden her gün küçük dilimizi, paramparça eden bir olayla kanıksatıyorlar bizi? Türkiye’nin neyi VAR yahut neyi yok? (asıl soru budur)

Türkiye’den ahlakı çekip aldılar. Ve milenyum çocukları her yanından irin akan bir ahlaksızlık bıraktı. Olan biten yalnızca bu işte…

Türkiye’de istisnasız bütün düşünceler kendi eliyle yaptığı puta bakarak insan tasarlamaya kalkıyor. Ortaya hiçbir insani ve İslami tecrübenin tanımlayamadığı değişik canlılar çıkıyor.  İnsana acizliğini hatırlatan bütün eşyalar, hadiseler ortadan kaldırılıyor.  Nerede insanın içini ve iç inini ilmek ilmek ören bir emare varsa onlar göstere göstere ayakların altında ezildikçe eziliyor…

İnsanın aciz olduğunu bilen bir toplumduk biz. Acizliğin insanın en büyük felaketi olduğunu kulaklarımıza çaktılar. Her işin başının ahlak olduğunu az ya da çok bilirdik, ahlakımızı patoza atıp un ufak ettiler. Biz patozdan hallaç pamuğu gibi çıkanların ahlakımız olduğunu fark ettirmediler bile. 

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe… 

Alnı secde görmeyen bir dinci gibi; tek kurtuluş yolu islam demek,
Alnı hiç terlememiş sözde emekçi gibi; tek kurtuluş yolu devrim demek,
Evine giren karıncayı tırnaklarıyla ezen hümanist gibi; tek kurtuluş yolu insan sevgisi demek,
Devletine, milletine ihaneti gözlerinin ışığı yapan hain gibi; tek kurtuluş yolu devlete sahip çıkmak demek kurtarmayacak bizi. Yani ahlaktan yoksun olan her şey, ahlaktan yoksul olan herkes en büyük tehlikedir Türkiye’de. En büyük ve yegâne tehlike…

Hükümet bütün gücüyle, bütün samimiyetiyle, bütün varıyla- yoğuyla ne yapıp etmeli, bu toprakların ciğerindeki ahlakı yeniden yeşertmeli. Yoksa derimizin altında leşçillerin gagaları dolaşacak… 

 “Aklımda merak, şüphe ve saygı uyandıran iki şey vardır: Üzerimde parlayan gök ve içimdeki ahlak yasası.” Böyle diyordu Königsberli, iki yüz elli yıl önce… 

Ya ahlakın merhametiyle sağ salim kurtulacağız yahut ahlaksızların ve ahlaksızlığın oynattığı tanrıcılık oyunuyla kendi cehennemimizde pis bir is olarak kalacağız… 





Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
ahlakı yeniden yeşertmeli 2015-04-03 08:55:59

Ya ahlakın merhametiyle sağ salim kurtulacağız yahut ahlaksızların ve ahlaksızlığın oynattığı tanrıcılık oyunuyla kendi cehennemimizde pis bir is olarak kalacağız…

banner165