Modern dünya her şeyi verirken yalnızlığı aldı bizden ve huzursuzluk bırakan bir yalnızlık kaldı elimizde. Bir ölüm yalnızlığı… Terk edilmişlik duygusu… Bir köşeye atılmış işe yaramazlık hissi… 


Her şeyimiz varken hiçbir şeyimiz yok.


Yalnızlığımız sığınağımız. Yalnızlığımız en derin yaramız. Geleneksel ailenin çekirdek aileye dönüşmesi de yetmedi bize. Modern çağ bireyi çok kimlikli bir yapıya büründürdü. Kendi

olmayı başarmaya çalışan insan kim olduğunu fark edemiyor artık.




Kimiz biz? Evdeki biz miyiz? İşteki biz miyiz? İnternet karşısındaki biz miyiz? Sosyal statüdeki biz miyiz? 


Ufukta kalabalıklar arasındaki yalnızlığımızı ortadan kaldıracak bir yol da gözükmüyor. Ya da sanat yalnızlık temasını işleyerek bu duygumuzu ortadan kaldırmak yerine besliyor,

büyütüyor. Bakın Kemalettin Kamu ne demiş bu konuda:


“Varsın gene bir yudum su veren olmasın Başucumda biri bana su yok desin de”


Peki bu duygular sadece o şairin yalnızlığı mı? Susuzluğumuzu giderecek bir insandan da öte “su yok” diyecek bir ses duyma ihtiyacı çoğu zaman hepimizin duyduğu bir yalnızlık değil midir? Oysa hayatta insanın tek kazançlı çıkacağı savaş kendisiyle yaptığı savaştır ama böyle bir savaş ancak yalnızlıkta yapılabilir. İşte bu yüzden olsa gerek her din, dingin bir hayatın anahtarı olarak arada bir kendinde kalmayı önerir.


Egzistansiyalistlere göre insan kendisini anlamayan, sorularını cevaplamayan, kör ve sağır bir tabiat karşısında yalnızdır. Ne var ki bu tespit bile bir çözüm önermemektedir. Halbuki insanın herhangi bir sorununun tespiti, ardından bir çareyi önermeyi de gerekli kılar.


Bazen yalnızlık bir bekleyiştir. Bazense özgürlüğümüzdür. Sürüden ayrılarak farklılığımızı ortaya koyma şansını bize lütfeden özgürlüğümüzdür ya da yalnızlığımız terk edilmişliğimizin resmidir. Veya yalnızlığımız başka bir söyleyişle tutunacak dal bulamadığımız, teselli olamadığımız, varlığımızdan utandığımız duyguların bataklığıdır. Bazıları da “Yalnızlık, Tanrıya mahsustur” derler lakin bilinçli bir yalnızlık üretkenliğimizin kaynağıdır aynı zamanda. Herkes gibi yaşamakla herkesten farkımız ne olabilir diye de sorulabilir. Tarihe iz bırakanlar bizden daha mı az yalnızdılar? Sanırım onlar da yalnızlıklarını ortadan kaldırmak için çare üretecek bir yalnızlık dönemi yaşamışlardır. Örneğin peygamberler bilinçli bir yalnızlık yaşamadılar mı?


Yalnız taştan duvar olmaz. Yaşadığımız yalnızlık yarınlardaki yalnızlığımızı ortadan kaldıracak nitelikte değilse ne işimize yarayacaktır? Her birimiz gittiğimiz yolun yalnızlığını yaşıyoruz bir yönüyle. Bu yolda erdemli bir yürüyüş, doğal olarak yalnızlığı beraberinde getirecektir. Ne var ki yalnız kalmamak adına erdemsizliğe yönelmemiz bizi kalabalıklar arasına katarken, yüreğimizdeki yalnızlığı arttıracaktır.


Usta bir öykücü olarak tarihe adını yazan Çehov, “Kendini yalnız hisseden kimse için her yer çöldür.” der. Bazen anlamadığımızı düşünüp basit bir sözü on defa tekrar eden insanların yanından kaçmak isteriz. İncir çekirdeğini doldurmaz konuların konuşulduğu ortamlarda tutsak kalışımızdaki yalnızlığımızın yükünü taşımak da zordur bir bakıma. 


Alex Browning de “Dehanın okulu yalnızlıktır.” diye söyler ancak yalnızlık okulu kimi öğrencesini dahilikten mezun ederken, kimine ahmaklık diploması verir.
Şimdilerde yalnızlığımız bile yalnız.








24.08.2009
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.