Bir arayış içinde her batan güneş bir şeyleri yarım bırakır. Her biten günde yapılması gerektiği halde yapılmamış görevlerimiz, gerçekleştirilmemiş hayallerimiz vardır.


Yaşadığımız her gün yüreğimizde bir şeylerin yarım kalmışlığının hüznünü taşır. Geriye dönüp baktığımızda “keşke”leri kaleme alsak sanırım kütüphaneler dolusu kitap çıkar. Oysa olması gereken “iyi ki”lerimizin çok olması... “İyi ki”lerin verdiği huzuru ruhumuzda hissedip mutlu olmamızdır.

O yarım tarafımızı tamamlamak için ne çok uğraş veririz. Kimi zaman bir eş, kimi zaman fırtınalı havalarda sığınabileceğin bir liman olacak her şeyini paylaşabileceğin bir dost arayışı... Kimi zaman dünyayı yeniden kuracak gibi kendimizi adadığımız işimizle ilgili planlar... Kimi zaman bilinmeyene yapılacak gizemli yolculuklar... Ama nafile...
Günümüz İnsanın bu tatminsizliği bu çağa özgü bir sorun değildir. Bu arayış kovulduğu gerçek yurdunun özlemidir.
Başladığı işi sonuna kadar sürdürmeyen “Maymun iştahlılık” olarak niteleyeceğimiz bu davranış şekli, bazı kültürlerde kendi sonunu hazırlayan sonuçlar doğurmuştur.

Örneğin Aztek kültüründe, sonuna kadar savaşma anlayışının olmaması yüzünden varlık mücadelesi verdikleri bir savaşta düşmanı köşeye sıkıştırdıkları halde yok etmemişlerdir. Üzerine gitmedikleri bu insanlar daha sonra Aztek halkını, devletini, kültürünü ortadan kaldırmıştır.

Zira onlarda savaşın amacı, egemenliklerini korumak düşman savaşçılarından esirle geri dönerek saygınlık kazanmak, ganimet elde etmek gibi sebeplerdir. Düşmanı tamamen yok etmenin, etkisiz kılmanın anlamı yoktu.
Dönüp geriye baktığımızda bizler de neleri yarım bıraktık. Ne tükenmez dediğimiz sevgileri, ne unutulmaz dediğimiz aşkları, ne bitmez dediğimiz dostlukları...

“Senin için...”diye başladığımız cümlelerde denizleri kuruttuk, dağları devirdik şehirleri ateşe verdik, dünyayı karşımıza aldık. Ama iş uygulamaya gelince “sıfırcı” tembel çocuklar gibi sapır sapır döküldük. 
Bırakın dağları devirmeyi, onun var olma mücadelesi verdiği yerde kılımızı kıpırdatmadık. Susuz kaldığı yerde bir yudum suyu esirgedik. Şehirleri ateşe verecektik bir mum bile yakmadık. Dünyayı karşımıza alacaktık, ona destek için ağzımızı açıp adını anmadık ve hatta karşılaştığımızda tanışıklık bile vermedik.

Dostlukları arkadaşlıkları taşa değil suya yazdık. Kabuk bağlamaz yaraya dönüştürüp hassasiyetleri koruyamadık. Her şeyin, herkesin bir fiyatı vardı. Sadece değerleri değişikti dostlarımızın. 
Ahtapotlar aç kaldıklarında kısa süre sonra yenisinin çıkacağını bilerek kendi kollarından birisini yerlermiş. Bizler de dostlarımızı yiyoruz. Bir daha yenisini yerine koyamayacağımızı bile bile...

Kamuran İnan’ın dediği gibi her geçen gün ideallerimizin listesini küçültüyoruz. İdeallerimizdeki kaleler her geçen gün birer birer düşüyor. Dün, dünyayı değiştirmeyi isterken, bugün en son aşamada kendimizi değiştirmemeye çalışıyoruz. Kısacası ortama ayak uyduruyoruz.


Şehirden köye gelin giden kız, gelin olduğu evin çok kötü koktuğunu söyleyerek bir hafta boyunca dur durak bilmeden temizlik yapar. Sonunda “Oh be tertemiz oldu” der. Aslında hiçbir şey değişmemiştir. Burnu o kokuya alışmıştır.


Hayatın çarkları içinde dünün en idealistleri bugünün en makyevelistlerine dönüştü. Modern çağın insanı zaman tünelinden geçse, tarihin derinliklerine gitse, Musa’yı Kızıldenize kovalayan, İsayı çarmıha geren veya Mekke de Ebu Cehilin ahbabı olurdu. Hüseyin’e su vermeyen Yezit, Sezar’ı hançerleyen Brütüs olurdu.

Doğru başladık, hep yanlış devam ettik. Hepimizin bir kırılma noktası oldu.

Kavak gibi doğrularımız, en ufak rüzgarda salkım söğüde dönüşüverdi. Her birimiz tevil yapmanın üstatları olduk. Kendince haklı gerekçeler sıraladık yanlışlarımıza...

İçinde bulunduğumuz şartlar ne kadar zor olursa olsun, eğilmeden bükülmeden engelleri aşmanın bir yolunun mutlaka olduğunu bilemedik. Durgun suya kum tanesi kaya gibi düşer, oysa biz düşmeden eridik ve kaybolduk. Gerçek hazinenin yüreğimizde olduğunu fark edemedik şu ana kadar.

Hiç olmazsa bundan sonra, para ve makamların insana “asaletten” başka her şey verdiğini dikkate alarak yanlışın tahtında sultan olmaktansa, doğrunun eşiğinde kurban olmayı tercih edebilmeliyiz.

Yaptıklarımızın sonuçlarını korkaklar için korkuluk; dostlarımız ve bilge insanlar için, işaret feneri olacağı bilinciyle hareket etmek hayatımızdaki eksikliklerin telafisi anlamına gelir. Bu sayede yanlışları düzeltmenin, aradığını bulmanın, yarımları tamamlamanın gönül rahatlığıyla mırıldanabiliriz:

“Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” diye...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165