beni sorarsan,
kış işte
kalbin elem günleri geldi
dünya evlere çekildi, içlere
sarı yaseminle gül arasında
dağların mor baharıyla
sis arasında
denizle göl arasında
yanımda kediler kuşlar
fikrimden dolaşıyorum*

(gülten akın)

2015’in 4 kasım’ında yitirmiştik gülten akın’ı. şiirimizin damarlarından biri daha kesilmişti o gün. anne şefkatiyle, kelimelerin üstündeki tozu silkeleyen bir şair daha göç etmişti dünyadan. bir şair bu dünyadan ayrıldığında hayata bir şey olmuyor. en azından şairin kaderi dışında her şey kaldığı yerden, devam ediyor.

bir şairin ölümüyle her şey kaldığı yerden devam etmesine ediyor lakin varlık atlasına küçük de olsa siyah bir nokta düşüyor. şairin hacmince… en azından kelimelerin üstüne yapışan tozu, kiri, pası, pasağı, çapağı temizleme derdinde olanlardan biri daha kaybedilmiş oluyor. bir şair yeryüzünden ayrıldığında, kelime tarlası biraz daha çoraklaşıyor. dört mevsim insanın ayaklarına saran çamur deryasına dönüşüyor dünya. insanı yoruyor da yoruyor. o tarlada yetişenler süpürge otunun tohumundan yapılan un gibi kursağa takılıp kalıyor. yutkunmak zorlaşıyor biraz daha…

her şair kaybedildiğinde harflerden kelime, kelimelerden cümle, cümlelerden şiir, şiirden mana, manadan sığınılacak bir kovuk çatanlar azalıyor. güvenli limanlardan biri daha sular altında kalıyor.

gülten akın, “beni sorarsan” şiirinde, “beni sorarsan, kış işte” diye söylenir. ne güzel bir tekellüm. ne kadar fasih ifade… kışla anlatılan bir hal, halle anlatılan bir kış… akın’ın, dünyadan göç ettiğini işittiğim zaman, “zemheri erken girdi” demiştim. zira aralık ayının sonlarına doğru giren zemheri daha kasımda, bir şairin vefatıyla kendini hissettirmişti bana.

kaderimiz, kışa da muhtaç tabii. kışın içindekilere de; kara, yağmura, ayaza… kış içindekilerle beraber insana olduğu kadar kurda – kuşa – nebata da gerek. kavi bir gerekliliğe rağmen kış yorucu mevsim. zahmeti omuz hizasında. bir o kadar da meşakkatli. “kalbin, elem günlerini” taşıdığı zamanlar. elemin ilacı kişiden kişiye değişir elbet. kiminin elemine kelimeler ilaç olur, kiminin elemine başka şeyler. insan nasıl bir nefsin sahibiyse ona göre elemine ilaç bulur, bulmaya çalışır. kimisi bulur, kimisi elemiyle göçüp gider dünyadan...

kelimeler de dizesine, mısraına, beytine, öyküsüne konuk olduğu şairin, sanatkarın dünyadan göçmesine tepki verirler mi acep? yahut harfler de bir sızı duyumsar mı? kelimeler de kışın ayazında, yazın kurağında ucundan dökülmeye değer bir kalem, kalemi tutan bir el arar mı acep? bunu bilemeyiz tabii. idraki zorlayan soru(lar). ancak üzerinde düşünmeye değer de bir soru…

kışı yazı, kaşı gözü, içi dışı, dahili harici, dağı taşı, yokuşu inişi, inancı itikadı, ilenci kargışı, varsıllığı yoksulluğu ciğere dokuna dokuna anlatan, rahlesine herkesi buyur eden kimse bulmak neredeyse imkansız hale geldi. bağıran, çağıran, kızan, kızaran, ürküten, korkutan çatallı seslere teslim dört mevsim, kırk makam… yönümüzü nereye dönsek, hali izahtan fersah fersah uzak bir ses ve buyurgan ve keskin bir ses tonu. işin daha tuhafı aynı seciye şuaranın da, üdebanın da seciyesi… kelimelerin üstüne sinen toza su serpip çamura çeviriyor kelime tarlasını ekip biçmeye gönüllü kalemler. yani -özellikle- şairler… “dünyanın evlere çekildiğini” haber verecek müjdenin dili yok artık. avazı çıktığı kadar bağıran şiirler, avazı çıktığı kadar çağrışan şairler var. hepsi bulunduğu yere çağırıyor bizi. kötücül kelimelerle. gel(e)meyiz diyecek oluyoruz, mısra aralarındaki boşluğa serpilen zehirli kelimelerle tehdide maruz kalıyoruz. artık şiirin dili de paslı. gülün güzelliği şiirin konusu olmaktan çıktı. varlık sancısı, endişeler, insanın sırrı – acısı – sevinci - kursağında tuttukları, aşk, ölüm, tabiat, eşya, ben; en güzel kelimelerin yakışacağı konular, çirkin kelimelere raptedildi. eşyanın köşelerinde kusur azaldıkça, kusur sireti de sureti de ele geçirdi. özellikle şairlerin.

ekmeği bol eyleyen/ acıyı bal eyleyen/ sıratı yol eyleyen şairler yok artık. adem öncesi bir kabalık kanser gibi yayılıyor etrafa, dimağa, akla ve kalbe…kelamın ve kelimenin kirlenmesi, elbisenin kirlenmesine benzemiyor. kelime kirlenince her şey kirleniyor.

beckett ne kadar doğru söylüyor: "her kelime sessizliğin üzerine bulaşmış lüzumsuz bir lekedir”…

*(gülten akın’a rahmet….)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165