Son Milli Eğitim Şurasıyla yeniden gündeme gelen Osmanlı Türkçesi ve karma eğitim gibi konuların yazılı ve görsel basında ele alınış biçimine baktığımızda, toplumun cumhuriyet dönemi eğitim politikalarıyla nasıl bir kültürel asimilasyona maruz bırakıldığını ve bu konuda bir hayli de başarılı olunduğunu esefle görüyoruz.


Karşı karşıya olduğumuz şey, uzun süren bir işgal dönemi yaşamadığı halde bir milletin nasıl kendi kendini sömürgeleştirebildiği, özellikle aydın diye adlandırılan zümrenin kendisi olmaktan çıkıp, başkası gibi de olamadığı için nasıl bir devekuşuna dönüştüğü gerçeğidir. İşte iki arada bir derede kalan bu aydın zümresi, harf devrimi ile yapılanın sadece bir milletin yazı ile kitap ile ilişkisini kesmek olmayıp, koca bir milletin yüzyıllara dayanan hafızasını kaldırıp atmak, bin yıllık devasa bir mirası bir kalemde çöp yığınına çevirmek olduğunu anlamıyor, anlamak istemiyor.


Kendilerine halkı uygarlaştırma misyonu biçen ve benzerlerine ancak uzun süren koloni yönetimlerinde rastlanabilen bu yarı aydın/okumuş sınıf, bir milleti bütün köklerinden kopartmak anlamına gelen tüm devrimlerin gönüllü bekçiliğini yapmış, mesela bir gün olsun şapka devrimi diye bir devrim olabilir mi diye düşünmemiştir. Çünkü her ne ki yapmışlarsa milletin iyiliği için yaptıklarına kendilerini o kadar inandırmışlardır ki, aradan geçen bunca yıldan sonra Dersim katliamı sonrası sağ kalan kız çocuklarının sürgün edilişlerini, “sürgün olmasa orta çağ koşullarında kalacaklardı” şeklinde savunabilecek kadar da vicdansızlaşabilmişlerdir.


Osmanlıcaya ve karma eğitim tekliflerine, hiçbir mantıklı açıklama yapma ihtiyacı duymadan sadece orta çağ zihniyeti, karanlığa dönüş gibi hınç dolu sözlerle karşı çıkarken, farkında olmadan düşünce dünyalarının ne kadar sığ olduğunu ortaya koyuyorlar. Çünkü bu zavallı köleler için tarih, batının öğrettiği tarihtir. Batı için ortaçağ cehaletin hüküm sürdüğü karanlık bir dönem ya, kendi tarihlerinin de aynı şekilde karanlık olduğunu zannediyorlar.


Oysa onların Orta Çağ adını verdikleri tarihsel kesitte, Peygamber (AS) in getirdiği yeni din ile insanlığın ufku aydınlanmış, Müslümanlar yüz yıl içinde Buhara’dan Endülüs’e uzanan muhteşem bir medeniyet kurmuşlardır. Batıda dünya dönüyor diyenler ateşlerde yakılırken, Müslümanların medreselerinde her türlü fikir özgürce tartışılabilmiş, tıptan felsefeye, matematikten astronomiye, mimariden musikiye kadar ortaya konan eserler, yapılan buluşlar asırlarca insanlığa yol göstermiştir.


Kaba bir tasnifle M.500-1500 yılları arasının kastedildiği bu dönem, Müslümanlar için her açıdan batının gözlerini kamaştıracak kadar parlak bir dönemdir. Tarihin gördüğü en zalim kitlesel saldırılardan biri olan Haçlı Seferlerinde kral-kilise ikilisi, birlikte sömürdükleri batı insanını işte o doğunun zenginliğine sahip olacaklarını vaat ederek yollara dökmüşlerdir.


Cumhurbaşkanının Amerika’ya K. Kolomb’dan çok önce Müslümanlar ayak bastı sözünü alay konusu yapan bu zavallılar, esasen maymun gibi batıyı taklit ederken asıl kendilerinin ne kadar komik olduklarını fark edemiyorlar. Yüzyıllardır insanların yaşadığı ve Aztek, İnka gibi medeniyetlerin kurulduğu bir koca kıtayı kendi karanlığından çıkıp gören batı, bunu yeni bir keşif diye ilan etmiş, ancak onlardan dört asır önce oralara giden Müslümanlar böyle bir şeyi aklılarından bile geçirmemişlerdir.


İşte biz Müslümanların batı ve batıcılar ile aramızdaki fark budur. Milli Eğitim Şura’sında gündeme gelen Osmanlıca ve karma eğitim gibi konuların konuşulmasına bile tahammül edemeyenler de bu zihniyetin içimizdeki uzantılarıdır. Kendisini “yeni olan her şey iyi, eski olan her şey kötüdür” gibi bir saçmalık üzerine inşa eden bu zihniyet, modernlik, uygarlık, çağdaşlık gibi içini de dolduramadığı süslü kavramlarla milleti tarihine düşman etmiştir.


Şimdi devran değişmiş, yüz yıllık fetret dönemi sona ermiştir. Başta harf inkılabı olmak üzere yapılan tüm devrimlerle tarihsel zenginliğinden kopartılan bir toplum, yüz yıl sonra kendi medeniyet kökleri ile bağ kurarak dizlerinin üzerine dikilmiş, ayağa kalkmaya çalışırken, birileri de bunu engellemek için her yola başvuruyor. Yeni Türkiye’nin eskisi ile daha bir süre devam edecek olan kavgasıdır bu. Omerkilic91@Hotmail.com










-

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
halil19tr 2014-12-15 16:06:14

hocam yüreğinize sağlık durumu çok güzel özetlemişsiniz. saygılarımla....

Avatar
ahmet87 2014-12-16 13:08:20

allah razı olsun ömer bey elinize yüreğinize saglık

Avatar
Seçkinim 2015-01-01 05:05:16

orta çağ dan ta günümüze kadar tarihin özüne projüktör tutup aydınlatan yorumunuz için elinize yüreğinize sağlık ömer bey kardeşi̇m.değerli̇ yorumlarinizin devami di̇legi̇mi̇zle..

Avatar
müslüm akkuş 2015-01-31 23:22:19

sayın kılıç osmanlıca bir dil değil sarayın yazışma dilidir.bu dili halkımız günlük yaşamında hiç kullanmamıştır.bu saray çevresinde geçerli olan bir yazışma şeklidir.cumhuriyet dönemini fetret devri olarak tanımlamanız ise yanlıştır.cumhuriyet dönemi ile her alanda çok ileri atılımlar yapılmıştır.bunu anlamak için 1923 den önceki dönemle cumhuriyet dönemini eğitim,sağlık,sanayi,ekonomi vb konularda kıyaslayınız gerçeği görürsünüz.eğer şu islam coğrafyasinda türkiye bir yildiz gibi parlıyorsa cumhuriyetin sayesindedir.mehmet akif yurda dönünce-en iyi müslümanlik burada-sözünü söylemiştir.gerçekte öyledir.bugün müslüman coğrafyasına bakiniz her taraf kan.türkiye ise mazlumlarin siğinacaği bir limandir.buda cumhuriyet sayesindedir.tarihin akişinin geriye döndüğü görülmemiştir.