“Su akar, Türk bakar.” Bu söz; Avrupa’da biz Türkler için bir darb-ı mesel kıvamında söylenesiymiş. Evet, biz Türkler akan suya bakan bir milletiz. Nerede su akıyorsa, orada yüksekçe bir yere çıkıp suyun geldiği ve gittiği yeri seyreder, Türk. İstikametini belirler bu durum. Hayretini, büyütür ve olgunlaştırır. Ama gelin görün ki akan suya bakmanın hikmetini anlamayan bir zihnin, suya bakışımıza ettiği lafa itibar edip bütün suları bakılmaz ve akılmaz hale getirdik. Suya bakarak yakaladığımız hikmetin işimize yaradığı bir hayatı çoktan terk etti Türkiye… Artık, ne suyun akması ne suyun kesilmesi bu topraklarda yaşayanlara bir mana ifade etmiyor. “Hortum çıktı mertlik bozuldu desek yeridir”.


Elin adamının söylediği sözle kendimizi tanımayı ve tanımlamayı çok seviyoruz nedense. Bu durum din, diyanet, devlet anlayışımıza da sirayet etti. Hem de ne sirayet! “Su akar Türk bakar” diyerek batılıların küçümsemesine maruz kalmak nimetmiş. Şimdi bizden olanlar batıyı aşıp kendi nesebine ve milletine hakaret etmek adına kullanıyor bu sözü. Her işimizde olduğu gibi. Türkiye, harareti kendinden menkul insanların istilasıyla tarihin en bereketsiz dönemini yaşıyor. Buradan sonra nereye savrulacağız ben de merak ediyorum. Sahi bir insan neden boyundan büyük bir hararetin sahibi olur ki???


Bir sürü badirenin ardından en son adına paralel yapı denilen yığının tepesindeki isme az kalsın kurban gidiyorduk. Belki de gittik bunu bilmiyorum. Bana kalırsa o ismin avanesinin çoktan halayığı oldu Türkiye ve içindekiler. Yani bizler… Bununla sınırlı kalamadık. Ama bunların üstüne çıkan bir tehlike daha var etrafımızda. O da Türkiye İslamcılığının sözüm ona İslamcılarının geçirdiği o derin evrim. 


Nasıl mı? 


İslamcılarımızın Batıyı hangi konularda ve nasıl eleştirdiğine bir bakın. Batıdaki ahlak yoksulluğundan ve yoksunluğundan tutun da onların emperyal düşüncelerine oradan bütün dünyayı mahvetmek istediklerine kadar kelamın en keskin sözleriyle batıya dalar i(s)lamcılarımız. Türkiyeli İslamcılarımıza “Batı” dedikleri yerin neresi olduğunu, nereden başlayıp-bittiğini sorsak verecekleri bütün cevapların sınırlarını yine batı çizmiştir. “İslam dünyası” diyerek kendini dünya içinde bir dünyaya sıkıştıran İslamcılarımız bu yer tarifinin batılı bir tanımlama olduğunu bilmek istemezler. 


Batının nimet olarak önümüze dayadığı her hadiseyi, her eşyayı, her anlayışı ertesi gün yanlarında taşıyan İslamcılarımızın söyledikleri ve eyledikleri, sapına kadar ve sapından sonraya kadar batılı hatta Amerikancı... 


Evlerinde, evlenmelerinde, boşanmalarında, anne ve babalarına bakış açılarında, aile hayatlarında, yemek yemelerinde,  çocuklarına karşı davranışlarında, kariyer diye tutturmalarında, önemli adam olmak-başarılı olmak konusunda heveslerinde, gezmelerinde, iyiye ve kötüye bakış açılarında, dünyayı tariflerinde, nezaketlerinde ve öfkelerinde, hayalciliklerinde, sanalında, gerçeğinde hem her yerinde müthiş bir Amerikancılık tıyneti egemen. Hele ekonomik meselelerde, tamamen kazanım üstüne kurulu bir anlayış var ki Amerikalılar filan hak getire, batılılar nal topluyor. 


İslamcılarımızın, Türkiye’nin gidişatında ki sorunlara, çare bulmak gayretiyle yaptıkları ilaçlar tamamen batının hazırladığı terkipler… 


İslamcılık düşüncesinin kalkınma merakı Batı ile yarışan bir oryantalistleşmedir. 


İşte asıl tehlike de tam burada yatıyor. Bu ülke de olmayan şeyi yaptı İslamcılarımız. Batının kendi dünyasında yaşadığı hayatı, eleştire eleştire öğrendiler, şimdi kendileri aynı hayatı daha muhteşem ve daha ihtişamla yaşıyorlar. Üstelik bunun kılıfını da ‘müslümanın her şeyin en iyisine layık olduğu’ hükmüne vararak yapıyorlar. Tam batılı bir aklın üretebileceği akıl tutulması. Suya bakan insan gördüğünde batı hangi cümleleri kuruyor ve hangi anlamı kastediyorsa Türkiyeli bir İslamcının ağzından dökülen cümle de anlam da aynı. 


Türkiye solculuğu tamamen Amerikancıdır ve güya emperyalizme karşıdır. Bu paradoks daha insanlığın henüz yakalayabildiği bir paradoks değilken İslamcılarımız da en nihayet bu duruma tenzil ettiler. Soruna çözüm için hedefe kilitleneceğimize, sorunlu bir dindar, sorunlu bir İslamcılık anlayışı doğdu. Bütün hayatını konfor denilen şeye ayırmış, derdi ve tasası olmayan, alabildiğine hümanist, renksiz, kokusuz insanlar türedi. Son derece nezih ortamlarda film gösterimi, matineler, suareler,  geziler, yaz şenlikleri, bir de paralı çocuk eğitimi çalışmalarına kilitlenmiş dernek, vakıf, sivil toplum kuruluşları vs vs vs!!! Ve kendi kapısının eşiğini unutup, dünyanın her yanıyla ilgili kelam, kelam, kelam… Cemaatler, Tarikatlar öncülüğünde kurulan STK’ların İslami mücadele adına yaptıkları batının tam da kendi insanını ehlileştirmek için yaptığı şeyler… 


Suyun akışına bakmak mı? Suyun akışına bakıp hikmet aramak, İslamcılarımıza göre haram nasıl olsa… Sahi, boş bir eylem olarak addedip, akan suya bakarak hikmet arayan Türkü recm eder mi, İslamcılarımız?











Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.