çağrılan yakup

….

ben

gözlükten, taş hamurdan ve çarşaflardan

ve biraz hiç çağrılmamaktan yapılmış yakup

uyumak istiyorum. (edip cansever, yer çekimli karanfil – çağrılmayan yakup)

“türk şiiri mi, türkçe şiir mi yahut daha genel ifadeyle türk edebiyatı mı türkçe edebiyat mı?” işte türk – türkçe yazarının, çizerinin, aydınının vara-vara vardığı kuyunun içindeki küçük tümseğin zirvesi…

ne muhteşem bir tartışma, ne ulvi bir tercih değil mi!!! ‘hangi kıyıda olduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’e kadar getirdi işi feraseti kendinden menkul düalistler. türk edebiyatı şıkkını seçersek biri kolumuzdan tutup, ‘yürü serv-i revanum gidelim sadabada’, türkçe edebiyat sıkkını seçersek eğer biri bizi şuh bir sesle, ‘gel serv-i revanum sadabada’ diye çağıracak… kolumuzdan tutan(lar) kim, bize seslenen kim ve bizi sadabat diye nereye çağırmaktalar dahası sadabat neresi, bunlar muhal… bu soysuz ikilemin birini tercih edersek hayatımız kurtulmakla kalmayacak, hayatlarımızın dört başı, dört mevsim mamur olacak(mış)!!!

hatta şunu da imliyor, böyle bir ikilemle bizi muhatap edenler: hangi kıyıda bulunduğumuza bağlı olarak hıyanet, ihanet, dalalet üzere olup olmadığımız açığa çıkacakmış! ne güzel bir turnusol değil mi! ne kadar basit! hain olup olmadığını anlamak mı istiyorsun, o halde cihetini söyle!!!

ne yazık ki bu elim, trajik, anlamsız, derinliksiz, kötücül, fena, niteliksiz, yıkıcı, muharrik, kösnül, bayağı, yararsız, köksüz, muzır tartışma ve seçme mecburiyeti sadece edebiyatın içerisinde yok. her yerde, her alanda, her konuda, her durumda, her hal ve şartta böyle bir saklıgizlizorunluluk var. insanın iki şakağına iki tercih dayanıyor. bir mızrak gibi… hangisini seç(er)sek varlığımız, öteki tarafından mızraklanıyor. aslında nedeni ve sonucu olmayan, topraksız, kansız, anlamsız harbin galibi hiçbir zaman kendilerine sunulan şıkkı seçenler olmuyor maalesef. çağrılan yere gidenler kurulan lütuf sofralarında kendine bir peyke bulamıyor. harbin galibi, insanı seçmek zorunda bırakan, yüksek sesle bir yere çağıran kim ise o oluyor. kaybedenler çoğul, kazanan tekil daima..

artık çağrılmayan yakup olmak gibi bir kader yok. zaman ve mekan gözet(il)meden, sürekli bir yere, bir şeye çağırılan yakubuz… çağıranlar ise bazen seslerini yormamak adına başka seslerle çağırıyor bizi. kulağımızda boyuna bir ses; ‘buraya, bundan, bunun için, şuraya, şundan, şunun için’… belirlenen, zorlanan, bünyemize iyi gelmeyen doğruların yanına bazen kulağımızdan tutulup götürüldüğümüz de oluyor.

jose saramago, filin yolculuğu kitabında oldukça sarsıcı bir önerme sunuyor okuruna: “kötü kader diye bir şey yoktur; 21. yüzyıl vardır. ve bu yüzyıl yavrucuğum; bir kelebeği bile intihar ettirebilir.” bir sonraki yüzyılı görmeyecek olan bizler için sahici, çarpıcı, tesirli bir yakınma.

hayata sürekli bir şeyler ekleme gayesiyle etrafını teyakkuzda tutan ve bundan aldığı keyfin gücüyle varlık alanında hacmini artıran insanın sesine tav olup yolunu değiştirenleri amansız bir yorgunluk bekliyor. öyle hayatı çekip çevirmekten başka düşü ve düşüncesi olmayan ferdin sahih – samimi yorgunluğuna benzemez bu yorgunluk. bu eti – kemiğe ulayıp insanın posasını çıkaran yararsız bir yorgunluk. ömrü ziyadesiyle israf eden bir usanç..

bir yere çağrılmanın hazzına kanıp harekete geçenler önce varsıllaştığını sanır ve fakat sonra aklının köşeleri yontulmuş halde geriye yalnızca akışkan bir benlikle kalakalırlar. onlara bu telkini yapanlar ise köşeli akıllarıyla kudretlerinin hegemonyasını genişletirler. fuzuli tartışmaların şıkları arasında sesin gürlüğüne göre tercih yapanlar yahut bir yere çağrılmanın verdiği hazzı gurura dönüştürenler esareti tescillenen özgürlerdir. sürekli taze tutulan bir esir/dir.

oysa ibni heysem’in dediği gibi gerçekler muğlak, akıbet gizli, kuşkular kat kat, zihinler bulanık, akıl yürütmelerse çeşit çeşittir. ne zaman bunlar netleşir, o vakit insan gider dünyadan. ölüm bütün netliğiyle, kesinliğiyle ve keskinliğiyle nefesi keser.

türk şiiri mi türkçe şiir mi, türk edebiyatı mı türkçe edebiyat mı, şu siyasa mı bu siyasa mı, şu mu bu mu, şundan mı(sın) bundan mı(sın) sualini sorup geri çekilenler bedelimizi tayin etmek isteyenlerdir. bizi bulunduğumuz yerin fenalığına ikna edip kendi cihetine çağıranlar ise maliyetimizi tartarak/tartıştırarak tespit edenlerdir. insan kendisine değer verilmesini elbet ister. çağrılan yere gitme istenci de taşır. fakat bu tuzaklı yolun sonu ilanihaye e(v)ldeki bulgurdan olmaktır.

insan çağrıldığı zaman şu soruları sormalı çağırana; beni hangi hakikate, kimin hakikatine, hangi ağızla ve niçin çağırıyorsun? önümüze her durum ve şartta iki şık koyup bizi tercihe zorlayanlar için yapılacak şey ise onları tercihleriyle baş başa bırakmak. kendileri dahil tercihlerini, büyük bir iştahla seçmemek…

nüshâ-i âşufte-i dîvân-ı ömrüm sorma hiç

hat galat, imlâ galat, inşâ galat, manâ galat

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.