Sadece insanın değil tarihin, hadiselerin ve milletlerin de bir talihi var… Bu talih, insana gülmediği gibi hadiselere de gülmeyebiliyor. Göz ucuyla bakılmayı, ancak hak eden bir mesele tarihin tam göbeğinde yer alabiliyor ve düşünme biçimimizi etkileyebiliyorken diğer yandan dizleri titretecek kuvvete sahip olan mesele ise yetim kalabiliyor. 

Tarihin en yetim konularından biridir Endülüs. Tarihin en büyük trajedilerinden biri…

1492 yılında Fransa ve İspanya bütün gücünü birleştirip, Endülüs’ü atlastan sildi. 

Her iki devletin birleşip, Endülüs medeniyetini lime lime etmesinin nedeni neydi sorusuna yaklaşık cevaplar verebiliyoruz. Ama bu kadar elim ve bilinçli yıkımın, İslam tarihinde yürekleri sızlatan sürekli bir acıya dönüşmemesi ilginç. Bu durum, İspanya ve Fransa’nın istila ve yıkımdan sonra aldığı önlemler yüzünden midir yoksa Endülüs’ün yakılmasıyla birlikte neyi kaybettiğimizin anlaşılamamasından mı?
Bugün tarihe ait hafızamızda “elhamra” sarayından başka pek fazla bilgimizin olmadığı Endülüs’teki medeniyeti yok etmesini gerektirecek ne vardı? Bu soru daha önemli. Hem “ben bir medeniyetim” diyen devletler için hem de insanın kendi müşahhas tekâmülü için Endülüs bulunmaz hint kumaşıdır.  Kurulurken Tarık Bin Ziyad’ın gemileri yakmasındaki sırdan, yıkıldığı esnada Sultan Ebu Abdullah’ın Annesi Fatıma’nın “erkekler gibi savaşmadın, şimdi kadınlar gibi ağla” diyerek ta’zir ettiği âna kadar ibret vesikasıdır, Endülüs… 
Ebu’l - Beka Salih Bin Şerif’in 1480’lerde İkinci Bayezid’e sunduğu “Endülüs’e Ağıt” kasidesinde oradaki Müslümanların neyle karşılaştığı görülür.  Endülüs Müslümanlarının uğradığı zulmü, çaresizliği, perişanlığı ve gördükleri işkenceyi, Kur’an-ı Kerim’in yasaklanmasını dehşet bir dille anlatır, Ebu’l-Beka… Fransa ve İspanya, 730’lu yıllardan o tarihe kadar ne birikmişse hepsine ateş çalmış ve koca bir medeniyetten geriye kapkara bir kül bırakmıştır. 
Büyük mutasavvıf Muhyiddin İbni Arabî, filozof ve hekim İbni Rüşt, psikolog İbni Bacce, devlet felsefecisi ve tıpçı İbni Tufeyl, metodoloji Bilgini İbni Hazm, ilahiyatçı İbni Meserre, edebiyatçı İbni Cübeyr, uzay bilimci Ebu İshak İbrahim El-Zerkali, sosyolog ve ilmi ümran’ın sahibi İbni Haldun, fizikçi Ebu's Salt Ed-Dânî, müfessir, kelamcı ve filolog Muhammed Bin Ahmed El-Kurtubi, şair İbni Şüheyd, İbni Meymun (Yahudi Olmasına Rağmen, Endülüs Medreselerinde Felsefe Dersleri Vermektedir) gibi büyük âlimlerin olduğu Endülüs hakkında bir Fransız fizikçi; “Endülüs’ten kalanlarla atomu parçaladık, yok ettiğimizin yarısı kalaydı, şimdi yıldızlar arasında geziyor olacaktık” diyor. 
Hakikaten kendimize ait bir şeyler inşa etme derdini sahiplendiğimiz bir dönemde daha 1000’li yıllarda göz ve kalp ameliyatının yapıldığı, şeker fabrikasının olduğu, astronomi, psikoloji ile ilgili müthiş eserlerin yazıldığı bir medeniyetin bizlere anlatacağı çok şey var.  Sadece teknik anlamda değil, insanlık namına bir şeylerin yitirilmeye yüz tuttuğu, merhametimizin aşındığı bir çağda, dimağımızdaki halis hasletlerin tekrar kazanımı için Endülüs’ün bakiyesi bize ilaç olacaktır. 
Hasan Ali Yücel ve Talat Halman zamanında Kültür Bakanlığı nasıl şark İslam klasiklerini, yalan yanlış da olsa bir bir çevrilerek, edebiyatımıza ve düşünce hayatımıza kazandırmışsa Kültür Bakanlığı şimdi de Endülüslü âlimlerin kitaplarını, konularına göre tasnif ederek, anlaşılır ve sade bir dille Türkçeye ve bizlere kazandırmalı. Türkiye, kendi geleneğinin istikametine nizam vermek istiyorsa, bu eserleri basıp okullarda, kütüphanelerde, gençlerinin okumasını sağlamalıdır. Zira eğitimimizi, felsefemizi, sanatımızı, sağlığımızı modern dünyanın egemenliğine teslim ettikçe sabaha nasıl bir varlık olarak uyanacağımız belirsizleşiyor.  
Kültür Bakanlığı kendi bünyesinde oluşturacağı bir kurulla, Endülüs bakiyesi ve bir manada mirası olan eserleri, Türkçeye kazandırmalı.  İspanya’da ne Endülüs izleri, ne de Osmanlı kalmadı. Ama Ebu’l – Beka’nın 2. Bayezid’e sunduğu mersiyeyle yardım isteyen Endülüslülere karşı hala bir vefa borcumuz olduğunu düşünüyorum. (kendi selametimiz için de gereklidir)
“Ve siz ey yarış yerlerinde şahin gibi uçan, 
Yay gibi gergin Arap atlarının üstüne kurulu 
Süvariler! Ve siz savaşın karanlığı toz dumanı içinde 
Pırıl pırıl kılıçlarını savuran kahramanlar ordusu!
Ve hele siz denizaşırı ülkelerde, bin nimet içinde,
Saltanat içinde muhteşem bir hayat sürenler; bir hayat kesiksiz bir ömür boyu!
Endülüs'ten, Endülüs'ün zavallı halkından var mı haberiniz?
Her yer, onların felâketini duydu, sizin kulağınız sağır, gözünüz kör, kalpleriniz mefluç mu?
Ölen asker, esir kadın, ufuklara bakıp bizden
İmdat ummuş beklemişti, son ana dek. Hiç düşündünüz mü bunu?
Yürekli, utanan, alçalmaktan korkan, kardeş için can veren kimse kalmadı mı yeryüzünde?
Hakkın yardımcısı, hak peşinden giden, kendini hakka adamış tek kişi yok mu?
Dünyanın efendisiydi bu millet, şimdi dünyanın kölesi.
Neler çekiyorlar? Yüzleri bile tanınmaz hâle geldi. Yarabbi ne kaderdir bu!”
Endülüs’ü yakıp yıkanların tam boynumuzun üstüne koyduğu giyotinden ve göğsümüze bıraktığı ağırlıklardan kurtuluruz belki. Sadrımız şifa bulur… Ülkecek , hazır; halkının ufkunu açmak isteyen iktidar da bulmuşlayın… 







 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165