Yine bir 27 Mayıs’tayız…

Doğal olarak güne anlam katan o günde yaşananlardır. Yaşanan; birey ve toplum için, insan ve insanlık için değerliyse, o gün de değerlidir ve insan üzerinde olumlu etkiler uyandırır. Değilse hep olumsuzluk yayar ve yaşananların olumsuzluk seviyesi olumlu olayları ve konuları da gölgede bırakabilir…

27 Mayıs Darbesi

27 Mayıs 1960 bir bakıma bir darbe okulunun kuruluş tarihini ve karanlık, kasvetli bir sürecin başlangıç gününü ifade ediyor. Yine 27 Mayıs, kadim demokrasi geleneklerini ve derin tarihi birikimi bir bakıma rafa kaldırmanın Cumhuriyet dönemindeki ilk girişimi olarak öne çıkıyor ve de millet egemenliğini, demokrasiyi yok sayan bir hareketin başlangıç günü olarak tarihe kaydedilmiş bulunuyor.  Tarihe kara bir sayfa olarak eklenen darbenin insani olarak en can yakıcı sonucu ise Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes’in, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın alınan idam kararıyla hayatlarına son verilmiş olmasıdır. 27 Mayıs darbesi sadece kendi döneminde etkili olmamış, etkileri günümüze kadar devam etmiştir. Bunun bir göstergesi olarak; neredeyse her on yılda bir demokrasi kesintiye uğramış ve adeta sıtma nöbeti tutmuş gibi toplum titreme ve yüksek ateş nöbetlerine terk edilmiştir.  İşte bir bakıma 27 Mayıs diğer darbelere zemin hazırlayan, darbe niyetini cesaretlendiren bir ekolün(okulun) başlangıcı ve oluşum yıl dönümüdür. Tabii Cumhuriyet döneminin ilk anayasası olan 1924 Anayasası’nın kaldırıldığı o günün, ayrıca Milli Birlik Komitesi tarafından 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak ilan edilmesi ve (1982 Anayasası’na kadar) söz konusu günün resmî bayram olarak kutlanmış olması yine tarihe yaman bir çelişki olarak kaydedilmiştir.

27 Mayıs Gezi Kalkışması

“Gezi Parkı” olayları 2013 yılının 27 Mayıs’ında İstanbul Taksim Meydanı yakınlarında yer alan Gezi Parkı’nda ‘ağaçlar kesiliyor’ gibi masum bir gerekçeyle başlatılan, kısa zamanda terörist  grupların inisiyatifi ele almasıyla adeta  kalkışmaya dönüşen olayları ifade ediyor. Bu süreçte kamu malları yağmalanarak sokaklar ateşe verilmiş, çok sayıda güvenlik görevlisi ve insan yaralanmış ve ülke ekonomisinin 150 miyar dolardan fazla bir mali kayıpla karşı karşıya kalmıştır. O günlerde, beş yıl önce kaleme aldığım yazımı o günkü duygularla aşağıda paylaşıyorum.

İşin özü samimiyette!
Türkiye samimi insanların omuzlarında yükselen, bir çıkar beklentisi olmadan daha fazlasını ülkesi ve insanı için vermek üzere çalışan vefakar, fedakar, değerli insanların varlığıyla vücut bulan, bütün kazanımlarını bu kaynaktan elde eden kadim medeniyetlere yurtluk yapmış ve yapmaya devam edecek olan bir güzel ülke…  Tabi ki bu güzel ülkede samimi olarak çalışanların yanında; samimiyetten uzak kendi çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan insanlar da hep olagelmiştir. Bu nedenledir ki; bu topraklar üzerinde samimilerle samimi olmayanlar arasında, hep bir mücadele olmuş, tarih bu mücadeleye hep sahne olmak durumunda kalmıştır. Ve yazık ki, böyle olmaya da devam edecek görünüyor…  Kuşkusuz tarihten ders alınsaydı, bu kısır döngü devam etmez, tarih tekerrür etmezdi. Tabiki; tarih hep ders verir, ama ders alınmaz ve ders almak yönünde kayıtsız kalınırsa sonuç hep aynıdır, tekerrür yani tekrar…

Türkiye bulunduğu konum, büyük tarihi geçmişi ve derinliği, yüksek insan ve doğal kaynakları potansiyeli ve geleceğe yönelik yüksek hedefleri nedenleriyle; bulunduğu coğrafya da hep iddialı hep medeniyet yarışında önde olmak durumunda kalmış ve kendisini buna göre konumlandırmıştır.

Kendini belirlenen hedeflere ulaşmak yönünde görevli hisseden ve iyi niyetle çalışan samimi vatanseverler kadar, samimiyetsizler de sürecin içerisinde hep yer almıştır. Böyle olunca ise; bu coğrafyada samimilerle samimiyetsizlerin çatışması kaçınılmaz olmuştur. Belki de bu coğrafyadaki ve bu coğrafyaya hükmetmek üzere kendini görevli sayan iyi niyetli olmayan güçler; samimiyetsizliği bir değer olarak ortaya çıkartmaya karar vermiş ve bunun yaygınlaşması yönünde çalışarak bu topraklardaki kadim medeniyetlerin kaynağı olan güç birliğinin ve sinerjinin doğmasını engellemeyi görev edinmişlerdir. Dolayısıyla bu yapı ve ilişkiler ağı; bu toprakların özgün değeri olan ve  insanların rahatlıkla geçebilecekleri samimiyet testini geçmelerinin önünde önemli bir engel olarak belirmektedir, denilebilir.

Samimiyet Testi

Samimiyet test edilir mi? test edilmesi gerekli midir? diye sorular sorulabilir. Evet, bu sorulara uygun bir karşılıktır. Çünkü samimiyet tam anlamıyla her alanda önemlidir ve değerlidir, dahası kültürümüzün ve insanlığın ortak bir değeridir. Bu değeri eğerek bükerek,  farklı renklere boyayarak, renkli gözlük takarak değiştirmek mümkün değildir. 

Bir bakıma samimiyet açık bir niyet beyanı iken, samimiyetsizlik ise gizli  niyetin dışa vurumudur.

Pekala samimiyet nasıl test edilir? Esasen samimiyet objektif kriterler ortaya konularak test edilebilir. Samimiyet testinde ilk aşama bireyin yada birimin; bulunduğu konumu, sahip oldukları olanak ve kaynakları hatta niteliklerini ve becerilerini toplum yararını ve toplumu geliştirmeyi öne alarak kullanıp kullanmama durumu olabilir.

Görüldüğü gibi temel gösterge birey yada birimin toplum yararını, kendi subjektif çıkarlarının üstünde tutmasıyla ilgilidir. Toplumsal yararı artırmak içinse “önce kendi  işini ve görevini doğru ve hakkıyla yapmak ve kendi alanında başarılı olmak”, gerekir.  Ancak bunun sonucunda bireysel ve toplumsal katkıyı azami yapmak yönünde aşama kat edilebilir. Bu amaçla yapılan samimi girişimler ve talepler bir sonraki aşama için önemlidir. “Yapılması gerekenin yapılmış olması”,  bir sonraki süreçte inisiyatif almak ve geliştirmek yönünde bir bakıma samimiyet testini geçmekle ilişkilidir.  Genel olarak ilk aşamayı geçmek çokta kolay olmamakta ve samimiyetsizlik bu ilk aşamaya takılıp kalmaktadır. Böyle olduğunda ise yapacak fazlaca bir şey yoktur, samimiyetsizler kaos ve karmaşanın bilerek veya bilmeyerek aktörü olurlar.

Oysaki her koşulda bu güzel ülkede yaşayan her insan ve hayat bulan her kurum samimiyet testini geçmek yönünde kararlı olmalıdır. Her ne kadar alanında en iyi olmak, üyelerine, gönüllülerine, meslektaşlarına, ülke ve insanına hizmet etmek; bu kuruluşların kuruluş gaye ve görev tanımlarında yer almış olsa da bu kurum ve kuruluşlar (meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, platformlar vb) bu samimiyet testini geçmek yönünde nedense yarış içinde olamıyorlar. Öyle ki bu koşullanmaların ürünü olan uygulamaların sonuçları, kontrollü ve kontrolsüz tepkilerin etkileri ve gerekçeleri dünden bugüne bir şekilde açığa çıkmıştır. Çokça yaşanan bir örnek olarak; örneğin olağan durumlarda görev ve sorumluluklarını hatırlamayan, hatırlamak istemeyen bazı kurum ve kuruluşlar, olağanüstü bir durum ortaya çıktığında birdenbire kendi görevlerini hatırlayarak inisiyatif alma yarışına girmektedirler. Ancak olağanüstü durumun etkisinin geçmeye başlamasıyla birlikte bu kuruluşlar çoğunlukla tekrar kimin neden ve nasıl belirlediği bilinmeyen kendi ajandalarındaki öncelikli (kendi çalışma alanları dışındaki) konularına dönerler.

Gezide kaybolmak

Yakın bir örnek olarak doğa ve çevre duyarlılıkları nedeniyle Gezi Parkını korumak üzere iyi niyetle ve samimi olarak ortaya çıkan inisiyatif verilebilir. Çünkü ağaçları korumak gibi ulvi bir gerekçeyle yola çıkan bu inisiyatif,  bir süre sonra ortaya koyduğu iradeyi bir şekilde, (büyük olasılıkla istemediği halde) diğer marjinal grup ve kuruluşların inisiyatifine terk etmek zorunda kalmıştır.  Bunun sonucunda inisiyatifi devralan gruplar (birey ve birimler) bırakın doğa ve çevreyi korumayı, ilgisiz insanlara, topluma ve hatta ülkeye zarar vermeye kadar olayları tırmandırmışlardır. Bu yaklaşım bu kimselerin ve grupların niyetlerinin samimi olmadığını göstermiştir. Dolayısıyla başlangıçta masum bir çevre koruma girişimi gibi beliren oluşum, yazık ki yola çıktığı yerde, yani Gezide kaybolmuştur.

Bu çerçevede iyi niyetle yola çıkmak kadar, ortaya konulan iradenin korunması ve  bu inisiyatifin; samimiyetsiz kişi yada kuruluşlara bir şekilde geçişine izin vermemek çok daha önemlidir. Buna göre Gezi Parkında bir şekilde samimi bir görüntüyle başlayan bu çevre koruma inisiyatifi, samimiyetsiz ve kötü niyetli grupların yönetimi ele almasıyla birlikte, huzuru ve istikrarı tehdit etmenin ötesinde kaos oluşturmaya yönelik bir kalkışma hareketi olarak hafızalara kaydedilmiş oldu. Bu olaylar samimi girişimlerin bile; farklı niyetli gruplar tarafından kendi amaçları doğrultusunda nasıl amacından çok farklı mecralara çekilebileceğini göstermiş, kendi subjektif çıkarları doğrultusunda; samimi insanların nasıl farklı amaçlara hizmet edecek şekilde kullanılabileceğinin en somut örneklerinden biri daha olmuştur.

Sonuç olarak bu olay, bir kez daha bu süreçte yer ve inisiyatif alan birey ve birimlerin samimiyet testinden sınıfta kaldıklarını görmeye yol açmıştır.  Özetle; Gezi Parkı kalkışması aslında maddi ve mali kayıplardan daha çok,  bir toplumsal değer olarak “samimiyet duygusuna” vurulan ağır bir darbe olarak tarihteki yerini almıştır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.