Fizan artık o kadar da uzak değil...

Ömer Kılıç, güncel bir konuya parmak bastı. Kılıç'ın kaleminden, Türkiye-Libya ilişkilerinin geçmişinden bugüne yolculuk

30 Aralık 2019 Pazartesi 15:34
Fizan artık o kadar da uzak değil...

ÖMER KILIÇ

Osmanlı Devleti 19. Yüzyıl sonunda Balkanlardan başlayarak Anadolu dışındaki topraklarını birer birer kaybederken, uzak diyarlardan elde kalan çok az toprak parçasından biri de Trablusgarp, yani bugünün Libya’sı idi. Buraya da siyasi birliğini sağlamada geciktiği için sömürgeci paylaşımda geç kalan İtalya göz dikmiş, kendisinin Roma İmparatorluğunun varisi olduğu, dolayısı ile Libya üzerinde tarihsel olarak hak sahibi olduğu iddiasıyla ve başka bahanelerle Libya’yı işgale karar vererek, bir ültimatomla Libya’nın kendisine bırakılmasını istemişti.

Bu küstah talebi reddedilen İtalya, Libya’yı işgale başlaması üzerine aralarında Enver ve M. Kemal’in olduğu genç subaylar Libya’ya gönderilmiş ve buradaki yerel halkın direnişini örgütlemeye çalışmışlardır. Bir yıl süren Trablusgarp savaşında bir sonuç alınamadan, Balkan savaşının patlak vermesi üzerine Osmanlının Afrika’daki bu son toprak parçası, hiçbir zaman yerine getirmeyeceği bir takım göstermelik şartlarla İtalya’ya terk edilmek zorunda kalınmıştı.

Yüz sekiz yıl sonra bugün yeniden gündemimize oturan Libya, özellikle II. Abdülhamit devrinde hem uzaklığı hem de uçsuz bucaksız kurak vadileri ve kavurucu çölleri nedeniyle sürgün yeri olarak bilinir, daha da çok “Fizan” olarak anılırdı. O yıllarda doğalgazı ve petrolü olduğu bilinmeyen Libya bizim için vatan toprağının bir parçası iken, İtalyanlara göre de sömürge imparatorluğuna giden Afrika’nın kapısı idi.

2011 yılının ilk aylarında esmeye başlayan Arap Baharı rüzgârı, batı kuklası rejimler için kasırgaya dönüşerek, domino etkisiyle diktatörleri birer birer devirmeye başladığında küresel soyguncular müdahale etmekte gecikmediler ve baharı kışa çevirdiler. Kaddafi’nin devrilmesinden sonra başta Fransa olmak üzere Libya üzerinde hesap yapan tüm güçler, leş görmüş karga misali saldırıya geçerek aşiretler üzerinden vekalet savaşlarını başlattılar.

Yaklaşık sekiz yıldır devam eden savaşın sonunda bugün, BM tarafından tanındığı için meşru yönetim olarak görülen Ulusal Mutabakat Hükümeti, başkent Trablusgarp ve etrafındaki küçük bir bölgeyi kontrol ederken, Fransa, Mısır, S. Arabistan ve birkaç yıldır körfezin İsrail’i olmaya soyunan BAE’nin doğrudan, Rusya, ABD gibi güçlerin de dolaylı desteklediği Hafter adında Kaddafi’nin başarısız eski bir generali, ülkenin güney bölgesi ile doğudaki Bingazi, Tobruk gibi birçok kentin içinde bulunduğu büyük bir bölümünü kontrol altında bulunduruyor.

Suudilerin Mısır üzerinden, BAE’nin ise SİHA ve savaş uçakları ile doğrudan yardım ettiği Hafter güçlerinin Trablusgarp’a yönelik saldırılarını arttırdığı ve meşru hükümeti tehdit ettiği günlerde, Libya ile Türkiye’yi deniz komşusu haline getiren anlaşmanın imzalanması bölgede tam bir şok etkisi yaratmıştır. Libya ile Deniz Yetki Alanları Mutabakatı olarak açıklanan ve İsrail merkezli şer odaklarının Türkiye’yi köşeye sıkıştırma planlarını tepetaklak eden bu anlaşma ile Mısır ve İsrail’in Yunanistan ile olan deniz sınırına adeta beton dökülmüştür.

Antlaşmanın doğrudan ilgilendirdiği bölge ülkeleri ile diğer emperyal ülkelerin açıklamalarına, Hafter’i destekleme yönünde attıkları adımlara bakıldığında Türkiye’nin işinin kolay olmayacağı, çok büyük baskılara maruz kalacağı, ambargolarla köşeye sıkıştırılmaya çalışılacağı kesindir. Bundan böyle Hafter güçlerini her türlü silah ve savaşçıyla destekleyerek ABD kuklası bu katilin Trablusgarp’taki meşru hükümet yıkması için ellerinden geleni esirgemeyeceklerdir. Buna güçleri yetmemesi halinde B planlarının uzun süredir düşündükleri Libya’yı ikiye bölme olduğunu tahmin etmek zor değil. Zira Türkiye’nin UMH ile “kıyıdaş ülke” antlaşması yaptığı deniz hattı, Libya’nın Hafter hâkimiyetinde bulunan Bingazi-Tobruk bölgesine tekabül etmekte olup, bu bölgede ayrı bir devlet kurdurulması halinde de yapılan anlaşma havada kalabilecektir. Gerçi bu planın Libya halkı tarafından kabul edilmesi kolay değildir. Büyük bölümü her ne kadar Hafter güçlerinin kontrolü altında gibi görülse de, gelen haberlerden aşiretlerin bir çoğunun Libya’nın bölünmesi ihtimalinden rahatsız oldukları, dolayısı ile fiili bir bölünmeye razı olmayacakları yönündedir.

Türkiye’nin elini çabuk tutarak bir an önce UMH’ye yapacağı fiili yardımları başlatması hayati önemdedir. Türkiye’nin zaten bir süredir Libya’ya silah yardımı yaptığı biliniyor ama bu silahların çok daha etkili ve özellikle hava savunmasında sonuç alıcı olması gerekmektedir. Bu durumda Hafter’e ümit bağlayanların ümidi boşa çıkacağı gibi halk da bu isyancı generale karşı cesaretlenecektir.

Türkiye’nin attığı adımın büyüklüğü henüz iç kamuoyuna tam olarak anlatılabilmiş değil. Konu biraz Kanal İstanbul tartışmalarının gölgesinde kalmış gibi görünüyor ancak bundan sonra bu konuda değil bir geri adım atma, en küçük bir tereddüt gösterilmesinin nelere mal olacağını Suriye’ye baktığımızda rahatlıkla görebiliriz. 2013 yılında Obama’nın Esed’e yönelik yaptığı açıklamalara aldanmayıp muhaliflere sonuç alıcı silahları verebilse idik, hem bugün böyle bir sorunla boğuşmaz, hem de yüz binlerce masumun hayatını kurtarabilirdik.

Başkan Erdoğan, Libya’ya asker gönderilmesi ile ilgili tezkerenin ilk olarak 7 Ocak’ta görüşüleceğini açıklamışken, Rusya’nın bu konudaki olumsuz ve oyalamaya dönük tavrını görmesi ile Meclisin olağanüstü toplanarak bu tarihin öne alınacağını belirtmesi bu konudaki isabetli ve kararlı tutumunu göstermektedir.

Buna CHP ve onun uzantısı olan solcu, ulusalcı kemalist çevrelerin karşı durmasına şaşırmıyoruz. İslam coğrafyasını uzak durulması gereken bataklık gibi görmek üzere kodlanmış zihin yapısından başka bir şey beklemek saflık olurdu. Onca ülkenin dünyanın bir ucundan gelip bu topraklarda ne aradığını sormak yerine, politikalarını “yurtta sustur, cihanda sus” olarak belirlemiş bu zümre, misakı millinin daraltılmış sınırları dışına kafayı çevirip bakmayı bile günah sayarak, 1930’ların nostaljisi ile yaşamaya devam ediyorlar.

Libya’ya asker gönderilmesine karşı çıkan muhalefetin diğer ayağı ise, bugüne kadar Suriyeli muhacirlere düşmanlık yapmaktan, sayıları üç milyona varan sığınmacılarının içinden çıkması son derece normal kötü örnekleri gündeme taşıyarak muhacirler aleyhine olumsuz algı oluşturmaktan başka bir politika geliştirdiğine tanık olmadığımız, adından başka bir tane iyi yanı olmayan bir partidir. Her ikisine de kulak vermenin bir anlamı yoktur. Yürütülecek iyi bir kamu diplomasisi ile kamuoyu desteği sağlanması zor olmayacaktır.

Bir asırdır sürdürülen batıcı, laik eğitme-üğütmeye rağmen milletin İslam aidiyeti güçlüdür. Bunu, Suriye konusunda onca aşağılık ırkçı propagandaya rağmen her türlü zorluğu göğüsleyerek, kendisine sığınan kardeşlerine sahip çıkmakla göstermiştir. Kaldı ki burada Başkan Erdoğan’ın da çok doğru olarak söylediği gibi denizlerden de bir kuşatılma söz konusu olup, bu hamle ile bir yarma harekatı başlatılmıştır. Bu hamlenin yarım kalması halinde, durum eskisinden çok daha kötü hale gelecektir.

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.