'Türk siyaseti önündeki engeller'

Türk Ocağı Şube Başkanı Prof. Dr. İrfan Çağlar, MHP'de son günlerde zora girdiği şeklinde ifade edilen kurultay sürecine yönelik bir yazı kaleme aldı.

02 Temmuz 2016 Cumartesi 15:10
'Türk siyaseti önündeki engeller'

Türk Ocağı
 Şube Başkanı Prof. Dr. İrfan Çağlar, MHP'de son günlerde zora girdiği şeklinde ifade edilen kurultay sürecine yönelik bir yazı kaleme aldı.

İşte “MHP kurultayı bağlamında, Türk Siyaseti önündeki engeller(bağımlılık,oligarşik arzular ve proje siyaseti)üzerine düşünmek” başlıklı yazısı;


Tam Bağımsız, Milli ve Demokratik Büyük Türkiye Temennisi İle…


Bu ifadenin tepki çekeceğini biliyorum. Ve yine biliyorum ki, doğru evrenseldir. Yani doğru dünyanın her yerinde doğrudur ve değişmez. Kimin tarafından ( ister sağcı, ister solcu ve isterse liberal) üretildiği de önemli değildir. Önemli olan bir şeyin doğru olması, bu doğrunun bulunabilmesi ve eylemlerin de bulunan bu doğrular üzerinden gerçekleştirilebilmesidir. Toplumsal açıdan düşündüğümüzde; en önemli doğrulardan birisi, şüphesiz bir ülkenin kayıtsız ve şartsız bağımsızlığıdır. Tabii ki burada kastedilen husus, mental bağımsızlık ya da yabancı kültürel metaforlardan etkilenmeme düzeyidir. Bağımsızlık veya bağımlılık algısı toplumsal öz güven açısından önemli bir olgudur. Zira bağımlılık; köleliği, zilleti, kompleksi ve sonuçta da teslimiyeti beraberinde getirir. Bazılarına göre bu durumun adı, toplumsal geri kalmışlık ya da toplumsal tefessühtür. Buna karşın bağımsızlığın etkisi de kendisini; toplumsal sinerji, güçlü rekabet duygusu ve toplumsal fütuhat olarak gösterir. Bu yüzden bağımsızlık, toplumun kendisi adına irade ortaya koyabilmesi ve kendisi olabilmesi açısından son derece önemlidir.


Bu tespitten sonra gelelim esas konuya. Yazımın genel kurgusunu üç temel tespit üzerine inşa etmek istiyorum. Bahse konu bu üç tespit; ülkemizin her alanında belirleyici olduğu gibi, özellikle siyasi hayat, siyaset anlayışı ve siyasi ilişkiler alanlarında da, daha üst düzeyde bir belirleyiciliğe sahiptir. Bunlar; ülkemizin mental anlamda bağımsızlık sorunu olduğu hususu, oligarşik arzuların siyasi hayatımızda baskın olduğu gerçeği ve proje siyasetinin giderek artan etkinliği olarak ifade edilebilir. Şimdi, Türk Siyaseti üzerinde baskın olan bu üç belirleyici dinamiği ve bunların siyaset üzerindeki muhtemel etkilerini inceleyelim.


Ülkemizde belirli toplumsal katmanlar nezdinde ve mental anlamda batıya karşı güçlü bir bağımsızlık davranışı ortaya koyamadığımız tezi tartışılabilir.  Zayıf sinyaller çerçevesinde de olsa bu temel tez değişik platformlarda zaten tartışılmaktadır. Aslında bu tartışmanın daha güçlü bir şekilde ve hemen her alanda yapılması gerekir. Çünkü bağımsızlık algısı ve hassasiyeti ancak bu tür tartışmalar üzerinden gelişebilir ya da gerçekleşebilir. Evrensel ölçekte düşündüğümüzde, bağımlılık ya da bağımsızlık olgusunun bir algı meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Yani bu duygu ve algı önce insanların ruhunda oluşur. Zaman içerisinde de tecrübelerin, yaşanılan konjonktürün veya öğrenmenin etkisine bağlı olarak bu duygu güçlenebilir ya da zayıflayabilir.


1970’li yıllarda ülkemizde hem milliyetçi ve hem de sol siyaset bağlamında pik yapan bağımsızlık ve anti- Amerikancılık duygusu; o günün MHP’si bağlamında kendisini, “ mücadelemiz; Kapitalizme, sosyalizme, faşizme ve her türlü emperyalizme karşı sonuna kadar sürecektir” sloganıyla ifade ediyordu. Bu slogan aslında bir iddia, kurulan bir düş ve bir meydan okumaydı dünyaya karşı ve bağımsızlık adına. Ya da insanlık onurunu merkeze alan bir hassasiyetti ortaya konmak istenen. Maalesef bu hassasiyet, 12 Eylül 1980 itibariyle bazı kesimler nezdinde taban yaparak, ABD sempatisine dönüştü. Şimdilerde bu sempati nitelik ve boyut değiştirerek güncelliğini hala koruyor. Bunun pek çok örneği bu ülkede yaşandı ve zaman zaman da yaşanmaya devam ediliyor.


 Kamuoyunda da bu ve buna benzer algının, normal ya da meşru olduğu kabulü varsa( ki var),  o zaman bağımsızlık olgusunun olup olmadığı hususunun, tekraren ve güçlü bir şekilde yeniden düşünülmesi gerekir. Bağımsızlığın teminatı, mental anlamda ve milli kültür temelinde toplumun kendisini güçlü ve motive olmuş bir biçimde yeniden inşası ile elde edilebilir. Aynı zamanda bu kazanımın, yeterli bir ekonomik kalkınmışlık seviyesi ile de desteklenmesi gerekir. Zira veren el olmadığınız sürece, bağımsızlık noktasında ortaya koyacağınız iradenin fazlaca bir anlamı ve inandırıcılığı olmayacaktır.


Oligarşik eğilimler insani ve insan fıtratından kaynaklanan arzulardır. Bu arzuları ortadan kaldırmak ya da yok saymak mümkün değildir. Fakat bu eğilimler iyi yönetilebilirse, insani, makul ve makbul bir noktaya taşınabilir. Bunun yolu da demokratik teamüllerin güçlendirilmesinden geçer. Demokrasi kültürünü inşa etmede pek de başarılı olamadığımızın altını çizmemiz gerekiyor. Çünkü olumlu ve pozitif başlayan bütün siyasi ve yönetsel demokratik eğilimler, maalesef ülkemizde uzun vadeli ve sürdürülebilir kılınamıyor. Her ne sebepten kaynaklandığı bilinmese de, bir şekilde bir sapma ortaya çıkarak, farklı hedeflere yönelinmesine katkı sağlayabiliyor.  Başlangıçta pozitif eğilimli olarak ortaya çıkan, demokratik merkezli yönetsel davranışların, makul bir düzeyde sürdürülebilmesinin, ancak samimiyet, nefis terbiyesi ve tevazu ile mümkün olabileceği kanaatindeyim. 


Tevazu; insani ve İslami bir meziyettir. Kibir ise, hastalıklı bir davranıştır. İnancımıza göre; kibre kibirle mukabelede bulunmak, sadakayı fıtırdır. Gerçek bu iken, yetmezliği ve başarısızlığı milletin ruhunda tescillenmiş bir siyasi hareketin yönetiminin; ısrarla bulunduğu konumu koruma çabası içinde olması anlaşılabilir bir durum değildir. Milletini sevmeyi ve onun kazanımı için her şeyi göze almayı, siyasi hareketinin merkezine taşıyan ya da taşıması gereken bir yönetsel ekibin, değişimin önünü kapatması ilginç bir asimetriyi temsil etmektedir.


Burada idealistliğin samimiyeti ile faydacılığın ve şark kurnazlığının yan yana durmasını doğru bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Yine birilerinin birileriyle kavgasının temel argümanları üzerinden muhalefeti linç duygusuna tabi tutmanın da insaf sınırlarını aşmak olduğunu belirtmek istiyorum. Geçmişte ülkücü harekete karşı tetikçilik yapmış bir hareketle, ülkücü hareketi iktidar yapma vizyonu ile yola çıkan muhalefeti özdeşleştirmek abesle iştigaldir. Kısaca ifade etmek gerekirse;  oliarşik eğilim ve hegomonik arzular, ülkemizde siyasetin olağan sınırlarının dışına taşmasına neden olmaktadır. Bu da siyasetin kendisini yenileme imkanını ortadan kaldırarak, yozlaşmasına ve yanlışlarını tekrar etmesine katkı sağlamaktadır.


Proje; önceden belirlenmiş hedefleri ve beklenen sonuçları elde etmek, yapılacak işleri muhataplara anlatarak onların desteğini alabilmek için planlı olarak gerçekleştirilen ve bir birini tamamlayan süreçler topluluğudur. Projenin önemli özelliklerinden birisi, ekip çalışmasına dayanmasıdır. Siyasetin, siyasi aktörlerce bu mantık çerçevesinde gerçekleştirilmesine projelendirilmiş siyaset ya da proje siyaseti denilebilir. Proje siyasetinde önce, beklenen sonuçları üretebilecek bir kurgulama ya da yapı oluşturulur. Daha sonra bu yapının toplumun refahını sağlayacak tek yapı olduğu ile ilgili bir algı üretilir. Bir adım sonrasında da, insan mühendisliği veya toplum mühendisliği yöntemleri kullanılarak, algı o toplumun kendi siyaseti olduğu kabulüne dönüştürülür.


Zamanla küresel aktörlerin kurguladığı ve son tahlilde yine kurgulayanların kazandığı bir siyaset projesi, o toplumların tek ve en önemli umudu haline getirilir. Proje siyaseti anlayışının kalıplarına uymayan, gerçekten yerli ve milli olan siyasi çıkışlar, ya engellenir veya bir şekilde devre dışı bırakılır. Son MHP kurultayı sürecinde yaşanılanlar bunun tipik örneğidir. Türk Siyasi hareketinde bu tür başkaca örnekler de vardır. Milli ve yerli hedef, duygu ve beklentileri olan bir siyasi hareketin toplumsal ivme kazanması, hegemonik ve küresel aktörleri her zaman rahatsız etmiştir. Çünkü milliyetçiliğin vizyonu ile küresel aktörlerin hedefleri daima çatışmıştır. Bu bağlamda “ Nizam-ı Alem ve Kızıl Elma Ülküsü”, küresel aktörler açısından, tarihi süreç içerisinde hep tehdit algısı oluşturmuştur. Söz konusu bu tehdit algısı, günümüzde de güncelliğini korumaya devam etmektedir.


Sonuç olarak denilebilir ki; bağımsızlık ya da kurucu irade olabilmek algısı, kalkınma sarmalını aşamamış ya da aşması engellenmiş toplumlar için gerçekten önemli ve bir o kadar da zordur. İnanıyorum ki, bu sorunun çözüm noktası ya da kaotik ortamdan sıyrılmanın yolu, Rabbimin iradesi ile mümkündür. Çünkü en büyük irade onun iradesidir. Bilinen ama söylenemeyen, düşünülen ama uygulamaya aktarılamayan bir dünya da yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu, bu duyguyu yaşayanların takdirine bırakıyorum. “

Son Güncelleme: 02.07.2016 15:14
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.