Telefonuma gelen bir mesaj, “Can Veren Pervaneler: Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye” isimli bir konferansa davet edildiğimizi yazıyordu. Davete icabet hak düsturu ile geçtiğimiz çarşamba günü öğleden sonra Devlet Tiyatro Salonuna doğru yürümeye başladık. Yolda daha önceden tanıştığımız iki öğrenci ile karşılaştık. İkisi de üniversite sınavına hazırlanıyordu. Bana; “Hocam nereye gidiyorsunuz böyle telaşla?” diye sorunca “Hayati İnanç’ın Mecelle hakkında bir konferansı var. İnşallah ona katılacağım.” dediğimde öğrencilerden ikinci soru geldi.

“Hocam Mecelle ne demek?”

İşte o anda adeta yüreğimden vurulmuştum. Evet, maalesef Üniversite sınavına hazırlanan gençler Mecelle’yi bilmiyorlardı. Ne kadar hazin değil mi?

Başladım anlatmaya; “Mecelle, kelime anlamı olarak büyük kitap demektir. Fakat biz daha çok onu kanun kitabı olarak kullandık ve asıl adı “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye”dir. Bu kanun kitabı 1870’lerde Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında kurulan bir komisyon tarafından, İslam Hukukuna göre derlenen bir hukuk kurallarında oluşmaktaydı.  Bu kanunlar 1926 yılında yeni medeni kanuna geçişe kadar ülkemizde kullanıldı. Aslında tam bir hukuk şaheseridir. Orada adeta hukuk kuralları şiir gibi, vecize gibi işlenmiştir. Örneğin “Beraatı zimmet asıldır” yani “Suçluluğu ispat edilene kadar kişi suçsuzdur” hükmü Mecelle’de geçen bir hükümdür. Yine “Alınması memnu’ olan şeyin, verilmesi dahi memnu’ olur.” Memnu yasak demek şeklinde örnekler verdim. Keşke biz bunu kaldırana kadar eksikliklerini giderip daha da genişletseydik demekten de kendimi alamadım. Zira bizim kaldırdığımız Mecelle, İsrail’de 74 yılına kadar mer’î mevzuat olarak kullanılıyordu. Birçok üniversite Mecelle’yi ders kitabı olarak okutuyordu.

Bu kısa bilgilendirmenin ardından; “Evladım siz Mecelle’yi bilmiyorsanız, Ahmet Cevdet Paşa’yı bilmiyorsanız bu sınavda nasıl başarılı olmayı bekliyorsunuz?” diye sorma ihtiyacı duydum gayri ihtiyari olarak. Aldığım cevap bu kez beynime sıkılan bir kurşun gibiydi. “Hocam biz fenden sınava gireceğiz. Bunu bilmesek çok şey kaybetmiş olmayız.” demezler mi?

İçimden; “Yarının mühendisleri, doktorları bu kafa ile kendi kültüründen, tarihinden, edebiyatından bîhaber yetişiyorsa, vay bizim geleceğimize…” dedim ve gençleri konferansa davet ettim ama işleri olduğu gerekçesiyle yollarımız ayrıldı. Bu duygular ile konferansa dâhil oldum.

Salonda İsmet Altıkardeş Hocam ile karşılaştık ve yan yana oturduk. Onunla da konferans başlayana kadar güzel bir sohbet ettik. Dertlendiğimiz konu yine aynıydı. Gençler Mecelle’yi, Ahmet Cevdet Paşa’yı bilmiyordu. Ama en acısı aydın geçinen birçok insan da tam anlamıyla Necip Fazıl’ı, Mehmed Akif’i, Nureddin Topçu’yu, Erol Güngör’ü, Mümtaz Turhan’ı, Cemil Meriç’i ve Sezai Karakoç’u bilmiyordu. Dertlendik, hayıflandık, üzüldük.

Allah’tan konferans başladı. Avukat Hayati İnanç Bey mükemmel bir sunum yaptı. O da bizim dertlendiğimiz konulara parmak bastı. Bir müddet Mecelle’den bahsetti. Ardından gençleri ilgilendirecek güncel meseleler hakkında konuştu. Yaklaşık iki saat süren konferansta salonu tıka basa dolduran gençler; adeta günlerce çölde susuz kalmışçasına kana kana içti kelimeleri. Kimse yerinden kımıldamadı bile.

Zaman zaman gülünen, zaman zaman hüzünlenilen bu konferans bizim de gönlümüzde yerini aldı. Yeri gelmişken bu programın gerçekleşmesine vesile olan Belediyemize, Üniversitemize teşekkür ediyorum.

Hayati İnanç Mecelle’nin önemini belirttikten sonra özellikle ilk yüz maddesini ezberlememizin yerinde olacağını, bu sayede çok güzel bir Türkçeye sahip olacağımızı belirtti. Bazı maddelerden örnek verirken Türkçeden Türkçeye tercüme ediyorum diye ironi yapması da hayli manidardı. Dilimizden bazı kelimelerin çıkarılması ile ilgili çok can alıcı örnekler verdi. İşte iki tanesi: “Dilimizden mânâ kelimesini çıkarıp yerine anlamı koyarsanız mânâ bozulur, hayat yerine yaşam kelimesini koyarsanız hayat elden gider.”

Ardından Nabi ile ilgili bazı bilgiler verdi. Yine Unesco’nun 2012 yılını Nabi’yi anma yılı ilan ederken bizim onu ne kadar az tanıdığımızdan hayıflandı.

Kendisinin görücü usulü ile evlendiğinden bahisle gençlere gündelik serüvenleri konusunda uyarılarda bulundu. Tam bir hayat dersiydi bu bölüm.

Üstad Necip Fazıl’ı çok sevmesine rağmen cesaret edip evine gidememesi ve ardında üstadın ölüm haberini gazeteden okuduğunda, üstadın resmi altına yazılan beytin tam da ona hitap eder olması bizi de kendini de bayağı duygulandırdı. Evet, gazeteye üstadın onca ölüm ile ilgili şiiri varken yazılan beyti şuydu.

“Ey genç adam, yolumu adım adım bilirsin!

Erken gel, beni evde bulamayabilirsin!”

Gayet manidar değil mi?

Bir konferans da böyle bitiyordu. Hayâtî inançlarımızın sözcülüğüne soyunan Hayati İnanç Bey’e böyle nice konferanslar verebilmesi için yüce Allah’tan sağlıklı, uzun ömürler vermesini diliyorum. Yazımı konferansta onun sık sık tekrarladığı şu sözle bitiriyorum.

“İstikbal köklerdedir!”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ali 2019-03-29 12:55:19

hayati hocanın ömrüne bereket. Değindiği meselelerin tümüyle alakalı ayet hadis var. Yani aslında hoca beyitlerle çok veciz bir tefsir sohbeti vermiş oldu. Çok müstefit olduk.
Duamız odur ki; ‘Gülerek’ ölsün, son Gülen iyi güler zira.