Ethem Erkoç Hocamızın “İskilipli Atıf Hoca Hayatı Düşünceleri ve İdamı” isimli kitabı geçtiğimiz günlerde Çorum Belediyesi Kültür Yayınları arasından çıktı. Kitabın hazırlık safhasında kütüphanemden konuyla ilgili kitaplarımı istifadesine sunduğum için kitabın önsözünde Ethem Hocam şahsıma teşekkür etme nezaketi göstermiş. Sağ olsunlar… Böyle önemli bir eserin hazırlanmasında tuz kabilinden bir katkım olması benim için bir şereftir.

Ethem Hocamız bu eseri hazırlayarak, ilimizin yetiştirdiği ve yakın tarihimizin en acı sayfalarından birisinin mazlum kahramanı olan büyük âlim Muhammed Atıf Hocamıza vefasını tescil ettirmiştir. Kendisine teşekkür ediyorum. Ethem Bey vefakâr bir insandır. Kendisi henüz hayatta iken adına vefa gecesi düzenlenmiş ender insanlardan birisidir. Adına düzenlenen bu gecenin boşuna düzenlenmediği de aşikârdır.

Kitap 128 sayfadan oluşmakta… Kitabın dizgisini Elif Uzun, kapak tasarımını İrfan Yiğit yapmış. Kitap Ankara’da Dumat tesislerinde basılmış.

Kitabın önsözünde yazılış amacı şöyle izah edilmiş:

“Bu eserde kimseyi karalama veya aklama yolunu seçmedik. Bir inkılaptan bir buçuk yıl önce yazılan bir eserden dolayı verilen kararın kamu vicdanındaki yansımasını aktardık. Bazı konuların tartışılmaz olduğu tezine karşılık her şeyin tartışılabileceğini, lehte ve aleyhteki düşüncelerle birlikte verdik.”

Kitabın ilerleyen sayfalarında gerçekten olayla ilgili lehte ve aleyhte isimlerin yorumları bulunmakta…

Kitaba bir takdim yazısı yazan Belediye Başkanımız Muzaffer Külcü de kısaca Atıf Hocanın idamı ile ilgili gelişmeleri aktardıktan sonra Frenk Mukallitliği ve Şapka isimli eserin 1924 yılında yazıldığını, bu eserden dolayı zamanın Maarif Vekâleti tarafından Hocaya hem izin hem de takdir verildiğini ancak 1925 yılında çıkarılan şapka kanunu gerekçesi ile suçlu bulunduğunu belirtmiş. Ve bu çelişkiyi “Her şeyin Avrupalısını almayı meziyet sayan zihniyet, ne hikmetse Avrupa’nın “Kanunlar geriye doğru işlemez” prensibini almayı unuttu.” cümleleriyle apaçık ifade etmiş.

Kitap Atıf Hoca’nın hayatı ile ilgili çarpıcı bilgilerle başlıyor. Buradan Atıf Hocanın soyunun anne tarafından Hz. Ömer’e kadar uzandığı, babasından izinsiz olarak İstanbul’a tahsile gittiğini, müderris olunca gelip babasında helallik aldığını, maaşları zamanında ödenmediği için yaptığı mücadele neticesinde Kırım’a sürgün edildiğini, üç ay kadar Varşova’da incelemelerde bulunduğunu, Donanma Cemiyetini kurduğunu, İttihatçılarla ters düştüğü için Sinop, Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’ya sürgün edildiğini, bunların neticesinde “bir yanlışlık olmuş, özür dileriz” diyerek İstanbul’a çağrıldığını öğreniyoruz. İstanbul’da kendisine medreselerin ıslahı görevi verildiği ve bu görevinde çok başarılı olduğunu, bu yüzden de Bosna Hersek, Kosova ve Kırım’dan davetler aldığını, ancak onun İstanbul’da kalıp hizmet etmekte kararlı olduğunu öğreniyoruz.

1919 yılında Cemiyet-i Müderrisin adlı kuruluşa öncülük ettiğini ve bu cemiyetin aynı yıl Teali İslam (İslam’ın Yükselişi) olarak isim değiştirdiğini öğreniyoruz. Cemiyetin İzmir İşgali sonrası işgal kuvvetlerini ilk protesto eden cemiyetlerden birisi olduğunu ilerleyen sayfalarda okuyoruz.

İşte burada Atıf Hoca’ya Kemalist kalemşörlerin hala inatla iddia ettikleri Milli Mücadele aleyhine Yunan uçakları ile Anadolu’da atılan bildiri meselesi tafsilatıyla anlatılıyor. Atıf Hoca’nın bu bildirinin yazılması için yapılan gayretleri nasıl boşa çıkardığını, ancak buna rağmen isimsiz ve imzasız bir şekilde dağıtılan bu bildirileri Vakit Gazetesinde (1034 nolu nüshasında)  bir tekzipname ile yalanladığını da öğreniyoruz. Tabi ki ne dün ne de bu gün bu gerçek görülmek istenmiyor. Kaldı ki bu olaydan sonra Atıf Hoca cemiyetle tüm alakasını kestiği halde…

Atıf Hocanın Milli Mücadeleye karşı olduğunu iddia etmek en adi bir iftiradır. Bu kitaptan da öğrendiğimiz gibi Atıf Hoca’nın İskilip’te dahi Milli Mücadelenin desteklenmesi için vaaz verdiğini, merhum İsmail İpekçi hocanın bizzat şahit olduğunu torunu olan Veysel Bağçıvan Hocamızdan ve Mustafa Çarkacı’nın şahadetleriyle öğreniyoruz. Ayrıca mahkeme safhasında merhum Tahirül Mevlevi de kendisine Teali İslam Cemiyetinden neden ayrıldınız sualine verdiği cevapta malum bildiriye Atıf Hoca ile beraber “Kuvay-ı Milliye’ye karşı çıkmak günahtır” karşı çıktıklarını anlatır.

Frenk mukallitliği ve Şapka isimli esere Maarif Vekâleti izin ve takdir belgesi verirken Son Telgraf Gazetesinde aleyhte yazılar çıkar ve Atıf Hoca bu gazeteyi mahkemeye verir ve mahkeme gazeteyi haksız bularak manevi tazminata mahkûm eder. Bu ve diğer tüm belgeler dosyadadır. Ancak mahkeme azaları meşhur Kel Ali ve şürekâsı görmezden gelir. Zira mahkeme İstiklal değil tam bir istibdat mahkemesidir.

Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya Meclis kürsüsünde konuşma yapan Halid Paşa’yı öldüren adam olduğunu;

Aynı Kel Ali’nin şapka kanunundan önce mahkeme koridorlarında şapka giyen gazetecileri tekme tokat döven ve “anandan şapka ile mi çıktın?” diye hakaret eden bir adam olduğunu;

Kastamonu’da Şapka Devrimini icra eden Atatürk’ün Ankara’da şapka ile karşılanacağı emri gelmezden az evvel Mecdi Bey isminde birisini şapka ile Meclis binasının önünden geçerken tutuklatıp “Bu gâvur şapkasını giymekten utanmıyor musun?” diye bağırıp çağırıp zindana attıran ve malum emir gelince kafasındaki kalpağı çıkarıp tutuklattırdığı Mecdi Beyin şapkasını başına geçirerek Gazi’yi karşılamaya giden bir adam olduğunu ibretle okuyoruz. 

Mahkemenin diğer azası Kılıç Ali dava esnasında “Hocanın suçsuz olduğunu” gazetecilere açıklamada bir beis görmez. Savcı Necip Ali de iddianamesinde Hocaya sadece üç yıl bir hapis cezası ister. Atıf Hoca son müdafaasını neden yapmadığı da anlatılır bu bölümde… Savcının üç yıl istediği bir âlim dünya hukuk literatürüne kara bir sayfa olarak geçecek bir şekilde sonuçlanır. Karar idamdır ve infaz edilir.

Kitabın ilerleyen sayfalarında Mustafa Kemal’in bu infaz için Kel Ali’yi azarladığı ve kendisini savunmak isteyen Kel Ali’yi masadan Kılıç Ali’nin uzaklaştırdığını da okuyoruz.

Evet, bu mahkeme kraldan çok kralcı geçinen bir mahkemedir. Zaten bu mahkeme ile ilgili birçok siyaset ve fikir adamının beyanatları da ilerleyen sayfalarda mevcut… Bir kişiye afiş astığı için idam verebilen bu mahkemeyi sanırım daha fazla anlatmaya gerek yok.

Sonuçta 4 Şubat 1926 Perşembe günü idam edilen Hocanın cenazesi ailesine verilmez ve Mamak’ta bir mezarlığa gizlice defnedilir. Yıllar sonra Dr. Mehmet Sılay filmlere konu olacak bir şekilde kabri bulur, gizlice mezarı kazar, Hoca merhumun kemiklerini oradan alır ve arabasının arkasında bir hayli taşır. Hocanın akrabalarından aldığı saç, tırnak gibi materyallerle DNA testi yaptırır ve sonuç müspet çıkınca Hocanın kemiklerini İskilip’teki mezarına defnederler. Burası daha sonra büyük mücadeleler neticesinde anıt mezara dönüştürülür. Bu işte emeği geçen herkese, başta zamanın İskilip Belediye Başkanı Numan Sezer’e teşekkür etmek gerekir.

Kitapta bu yazdıklarımın tafsilatını bulacaksınız. Hatta bu konuda yazılan diğer kitapları da okumak isteyeceksiniz.

Ethem Erkoç Hocamıza bu eseri yazdığı için tekrar teşekkür ediyor, kitabın basımını üstlenen Belediye Başkanımız Muzaffer Külcü Beye de şükranlarımı sunuyorum.

Atıf Hoca’nın ruhu şad olsun. Allah bu dünyada hiçbir gerçeği nihan koymasın. Zulmü, iftirayı ve karanlığı zail ve zelil eylesin.

 

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.