Ne olduysa Ak Parti’nin vesayet odaklarına üstünlük sağlayarak gerçek manada iktidar olmaya başladığı 2009 sonrasında oldu. AK Parti’nin o tarihten sonra daha bir cesaretle toplumu kendi dini ve kültürel kökleriyle buluşturma politikaları, kültürel iktidarı tekelinde tutan batıcı sol-liberal aydın çevrenin duvarına çarptı.



İslam’a olan düşmanlıkları sınır tanımayan ve benzerlerine ancak uzun süren sömürge yönetimlerinde rastlanabilecek bu devşirme aydınlar, son iki yıldır Cumhurbaşkanının toplumu kutuplaştırdığı, kamplaştırdığı tezi üzerinden yeni bir projenin ihalesini üstlendiler. Haklarını teslim etmek gerekir ki, yüklendikleri bu işi de daha öncekiler gibi son derece başarılı bir şekilde götürüyorlar.



Küresel ölçekte harekete geçirdikleri ortakları ile birlikte psikolojik harbin tüm araçlarını kullanarak akıl almaz bir algı operasyonu yürütüyorlar. Herhangi bir nedenden dolayı Ak Parti ile yıldızı barışmamış veya bu partide kendisine yer bulamamış eski yeni ne kadar marazlı adam varsa alayını yanlarına almış, onlara “demiri soğutmak gerek, ateşi düşürmek lazım” gibi sureti haktan görünen açıklamalar yaptırıyor, 1 Kasım öncesinde temenni mi endişemi olduğu belli olmayan “bunun sonu iç savaş” gibi sözlerle milleti karamsarlığa itiyorlar.



Bütün amaç 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olma çoğunluğunu kaybettirdikleri Ak Parti’yi 1 Kasım seçimlerinde de aynı sonuca mahkum etmek. Bu kez izledikleri taktik, Ak Parti seçmeninde gelecekle ilgili bir ümitsizlik oluşturmak ve “seçimlerden tek başına çıksak bile çalıştırmazlar ki” korkusuyla başka taraflara yönlendirmek.



Oysa, bu bir tuzak. Millete yıllarca sürü muamelesi yapan bu elitist azınlık, hep böyle milleti korkutarak bugünlere geldiler. Şimdilerde büyük devlet adamı muamelesi çektikleri Abdullah Gül’ün 2007 yılında Cumhurbaşkanı adayı olmaması için neler yaptıklarını unutmadık. Eşi başörtülü birini Atatürk’ün makamına oturtmayız diyerek o yeri göğü inlettikleri Cumhuriyet mitingleriyle de bunu yapmaya çalışmışlardı. Ne oldu? Hiçbir şey. Kimsenin zerre kuşkusu olmasın ki, 1 Kasım’ın sonucu ne olursa olsun yine yapabilecekleri hiçbir şey yok.



Önlerindeki en büyük engel, bu yaygaraya en küçük bir prim vermeyen Tayyip Erdoğan. Menderes’in akıbetini hatırlatarak korkutmaya çalışıyorlar ama o, bırakın korkup savunmaya geçmeyi, ha bire yeni mevzilere doğru yelken açıyor. Bu da hasımlarını çıldırtıyor. Öfke gözlerini öylesine kör etmiş ki, el aleme rezil olmak pahasına Merkel’e mektup yazıp “Türkiye’ye gelmen onun işine yarayacak, sakın gelme” diyebiliyorlar. Tayyip Erdoğan, şöyle bir ay kadar konuşmasa, sussa, medya adını verdikleri çağdaş büyücüleri vasıtasıyla istedikleri korku ortamını oluşturacak, kalplere vesvese salacaklar. O yüzden bağırıyorlar, “sus be adam, sus” diye.  Ama susmuyor, inadına konuşuyor. O konuşunca da büyü bozuluyor, emekler boşa çıkıyor.



Bu kadar nefretin nedeninin ne olduğunu sorduğunuzda diyorlar ki, Erdoğan milleti kamplara ayırdı, toplumu kutuplaştırdı. Peki, ne yaptı da kamplaştırdı? Sizin çizdiğiniz sınırların içinde kalmadı, siyasetini sizin belirlediğiniz alanla sınırlı tutmadı. Bu kadar ileri gitmemesi yönünde yaptığınız nasihatleriniz karşısında “siz o akılları kendinize saklayın” deyince birden kamplaştınız.



Devletle millet arasına ördüğünüz duvarları yerle bir etti, tel örgüleri kaldırdı. On yıllık bir zamana yaydığı sessiz devrimle vesayet düzenini tuzla buz etti. Siyasetçiye ayar vermek için icat ettiğiniz o bitmek tükenmek bilmeyen törenleriniz size fırça atılan mekanlara dönüşünce kutuplaşıverdiniz.



Birkaç yüz aileye tahsisli mekanları, ayrıcalıklı mevkileri halkın kullanımına sundu. Eskiden sadece belirli kişilerin özel seyahat aracı olan THY’yi halka açtı. Eskiden uçağa binen herkesi tanırdınız, hepsi de size benzerdi. Size hizmet etsinler diye var olduklarını düşündüğünüz adamlar sizinle yan yana oturuyor şimdi. Bu sizi çok kızdırdı, birden kamplaştınız, milletle ayrı kutuplara geçtiniz, kutuplaştınız. Siz aynen “parayla alıp sattığımız şu kölelerin bizimle eşit olduğunu nasıl kabul edebiliriz” diyerek İslam’a karşı çıkan Mekke müşriklerine benziyorsunuz. Siz eskiden de ayrı kamptaydınız, sizi çıldırtan babanızdan miras zannettiğiniz mekanların şimdi zenciler tarafından da kullanılıyor olması. Bu size hangi kutupta olduğunuzu hatırlattı, şimdi kalkmış bundan dolayı Erdoğan’ı suçluyorsunuz.



1940’larda Ankara Valisi ve aynı zamanda Belediye Başkanı Nevzat Tandoğan, bir gösteride yakalanıp karşısına getirilen ve o yıllarda henüz üniversite öğrencisi olan Osman Yüksel Serdengeçti’ye, “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek” derken kimin hangi kampta olduğunu veciz şekilde ifade etmişti.



Siz tam busunuz işte. O günleri özlüyorsunuz. Tayyip Erdoğan sizin o ayrıcalıklı durumunuza son verdiği için çıldırıyorsunuz, bir yandan ekranlardan yağlı urgan sallarken diğer taraftan da Erdoğan diktatörlüğünden bahsedecek kadar kafayı yediniz. Kabul edin ki, normal değilsiniz. Ne diyeyim, inşaallah 1 Kasım’da yiyeceğiniz okkalı bir şamar sizi kendinize getirir de normale dönersiniz.



Omerkilic91@Hotmail.com

            
              
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165