Türkiye siyaseti yemyeşil günler yaşıyor. Taşradaki siyasi hararet, büyük şehirlerdeki siyasi harareti yakıp atacak kadar büyük. Bütün köşe başlarında, sütre gerisinde ve berisinde “aday olsam mı’dan”, “beni çok istiyorlar’a”; “ben hizmetin, hezimetini çıkartırım’dan”, “ümmetî, ümmetî diyen bir peygamberden mülhem, halkım halkım’a” kadar kitaba sığmayacak kadar büyük cümleler işitiyoruz. Daha da işiteceğiz belli ki… Bunları işitmekten, kulaklarımıza bir hal gelirse kime hakkımızı helal etmeyeceğiz bilmiyorum. 

Bize her şeyin post modernini yaşattılar. Darbenin bile… Gerçi darbe, darbe dedikleri İsmet Özel’in dediği gibi yalnızca takvimden bir gündü. Ve cumhuriyet denilen düzenin aklına yatmayan şeyler olduğunda gösterdiği bir refleksten başka bir şey değildi ama orası bahs-i diğer. Şimdi de siyasetin post modernini yani post modern siyasetli günlerini yaşıyoruz sanki. Övünmeli miyiz? Avrupa, modernliği bile yeni yeni etraflıca bir felsefeye dönüştürmüşken, biz Türklerin modernliği yaşamadan her şeyin post modernini benimsememiz patolojik bir vakıa. Freudyen bir tarafı var bunun muhakkak. İnsanlık tarihinde Şapkayla devrim yaptığını sanan, tek ülke olmamız hesaba katılırsa siyasetin bu derece post modernleşmesi şaşılacak şey değil… Şapka -bir devrim olarak kendi toprağında doğan büyüyen insanlara- takmayı icbar etmek Türkiye siyasetinin meşrebini ortaya koyar. 

Post modern siyaset derken kastettiğimizin ne olduğuna gelince, işte burası tam bir hengâme. İçin içinden öyle sosyolojinin, psikolojinin ve hatta felsefenin en ağır kavramlarının bile güç yetiremeyeceği türden bir siyaset dili var memleketimizde ve şehirlerimizde. Post modern siyaset, etnik kimliklere odaklanır. Hep farkı vurgular; her şeyi böler minimize eder, karmaşa ve kaos üretir, oluşturur. Bu kaos içinde her kafadan bir ses çıkar; söylemsel anarşi egemen olur. Bizim insan olarak hiçbir ortaklığımız yokmuş hissine kapılırız. Post modern siyaset, dinsel, mezhepsel, cinsel kimlikleri önceler; onlar üzerinden akıl yürütür; onları görünür kılar, aynı anda pek çok çelişik inancı kucaklar. Her şeyi simgeye dönüştürür; bununla kalmaz, bu inançsal, mezhepsel, cinsel farklılıkları siyasal taleplere dönüştürür. Öznel olanı sürekli gündemde tutar, akla değil duygulara ve özlemsel düşünüşlere ve bilinçaltına hitap eder. 

Post modern siyaset yapmak için bir şey bilmeye gerek yok. Harman, çorman, karman, harman nerede kimsenin köşesine dokunmayan sözler varsa kur gitsin. Saat gibi işlemek böyle bir şey. Türkiye taşra siyasetinin karakteri de bu post modern siyasetin istilası altında sorunlu bir karakter edindi. Bunun en temel nedeni, merkezin kurduğu her cümleden, yapıp ettiği bütün faaliyetlerden güç devşirme yarışıdır herhalde. Genel anlamda bu tarifsiz ve küflü mantığın esiri oluyor şehirlerimizdeki siyaset. 

Seçime yaklaştığımız şu aylarda Türkiye’nin birçok yerinden seçilmek için sahaya çıkanlar haliyle kendilerini cümlelerle ifade ediyorlar. Ve fakat kurulan cümlelerin kurusu çatır çatır daldan düşerken gözlerimize kıymık sıçratıyor. Genzimize de kıymık batırıyor. (Eskiler kıymığı iğne ucuyla çıkarırlardı ki bu kıymıklar bırakın iğne ucunu deşilerek bile çıkacak gibi değil)

Herhangi bir yer de yapılan işlerin, çalışmaların, faaliyetleri kelimeye döküp yan yana koyup, eş anlamlı kelimelerle yeniden yapılacağını söylemek de bu modern ötesi açmazlardan biri. Süslü ve işe yaramaz kelimeler ise bir başka bela. Siyaseti Herkes, her yerde her zaman haklıdır tarzı kimsenin işine yaramayacak bir dile teslim etmek şapka devrimiyle eşdeğer aslında. 

Şehirleri yönetmeye talip olanlar, mesleklerinin kutuplarıdır belki. Bu yetkinliğin umumun hayrına getireceği şeyler sınırlı. Hatta belki de yok… Bu yüzden şehirleri yönetenlerin iyi muhasebe bilmesi, iyi yönetişim bilmesi, iyi yüksek mühendislik bilmesi sadece post modern siyaset yaptırır. Yani ruhsuz bir uğraşı. Salt kazanma hırsı. 

Bence şehirlere şiir bilen, şuur bilen, kadim felsefe bilen ve Sezai Karakoç bilen, üstelik okuyan  insanlar lazım… 

Mesela: 

Bir kentten daha geçtim

Buğdayları yakıyorlardı

Yedikleri pirinçti

Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı

Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı

Pirinçler gibi çoğalıyorlardı

Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum

Öpüp çıkıp gittim yelelerini… Dizelerini mesela. Bunlar önemli…




Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.