Sessizce, dere kenarında su içen ceylana doğru yaklaştı. Artık onu vurabilirdi. Sadağında çıkardığı okunu yayına yerleştirdi. Kirişi iyice gerdi, nişan aldı ve oku bıraktı. Ok, ıslık çalarak hedefe doğru uçmaya başladı. Zaman sanki donmuş gibiydi. Tam bu sırada ağaçların arasından bir yavru ceylan koşarak geldi, su içen annesini emmek için bir hamle yaptı; ancak acı bir böğürtüyle havaya zıpladı ve boş bir çuval gibi yere yığıldı. Anne ceylan deliye dönmüştü adeta.


Ağaçların ardında gizlenen avcı gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı. Şaşkınlığı geçince yavru ceylanı kurtarabilmek için koşarak yanına geldi. Anne ceylan yavrusunu yalıyor, acı acı sesler çıkarıyordu. Avcıyı gördüğü halde kaçmamış, yavrusunun yanından ayrılmamıştı. Avcı yerde yatan yavru ceylanın böğrüne saplanan oku çıkarıp yarasına eliyle bastırdı. Çabaladı, uğraştı ama nafile…


Yavrunun başında anne ceylan da avcı da ağlaşıyorlardı. Avcı elleriyle saçlarını çekiştiriyor ve sürekli “keşke ellerim kırılsaydı da şu oku atmasaydım” diyordu. Çok pişmandı ama yapacak bir şey yoktu.


“Keşke, keşke” diye iç geçirdi bir ömür boyu. Her gece, uyumak için yastığa başını koyduğunda o sahne bir daha canlandı gözlerinde. 


Hazin bir hikâye değil mi?


Hayatımızda, sonucundan pişmanlık duyduğumuz birçok olayımız olmuştur. Bazen yaydan çıkan ok, bazen namludan fırlayan kurşun, bazen ağzımızdan çıkan bir çift söz olmuştur bizi pişman eden… 


Kurşun adres sormaz derler. Namlunun gösterdiği hedefe doğru döne döne gider. Namludan fırlayan kurşunun geri dönüşü olmaz. Her şey tetiği düşürme anında verilecek kararla başlar ve biter. 


Karar anı… O kısacık süre, bir ömür boyu yakamızı bırakmayacak pişmanlıklara kapı aralayacak bir sürecin de başlangıcı oluverir. İşte bu süreci ifade eden en kapsamlı kelimedir “KEŞKE”…


Bu kelimeden daha derin bir pişmanlık ifade eden başka bir kelime olmasa gerek. Birilerinin dediği gibi; “eğer”le “meğer”in çocuğu mudur bilinmez ama bir ucu şuursuz bir maziye, bir ucu kimsenin “lâ yüs’el” olmadığı acı bir akıbete dayanan şümullü bir kelimedir “KEŞKE”...


Başımızı ellerimizin arasına alıp kendi kendimize bir düşünelim. Gözlerimizi hafifçe yumarak hayatımızı çocukluğumuzdan itibaren bir film şeridi gibi gözlerimizin önüne getirelim. Bir sürü hatıra kısa bir anda tek tek canlanıverecektir. Birden, bu kadar olay, bu kadar kısa bir ana nasıl sığdı sizce? Diyelim ki kırk beş yaşındayız, o koskoca kırk beş yıl neredeyse kırk beş saniyeye sığıverir. Zaman ve mekân kavramları aslında ne kadar da izafidir değil mi?


Yaşadıklarımız keşke bir filim olsaydı da elimize bir makas alıp bazı yerleri çıkarabilseydik ama hayat, boşlukları kabul etmeyen bir deveran… Madem hayat boşlukları kabul etmiyor, o zaman şu filmi başa sarsak nasıl olurdu acaba? Ya da bir zaman makinesi icat edilse de maziye bir yolculuk yapsak, hatalarımızı tamir etsek... Ok yaydan fırlamadan tutsak elimizi, tetiği düşürmeden durdursak parmağımızı… Hayatımızı şekillendirecek bir yanlış kararımızı başlatacak bir “evet” ya da “hayır” sözü çıkmadan kapatsak ağzımızı… Muhatabımızın kalbine bir kurşun gibi saplanacak acı söz çıkmadan tutsak dilimizi… Ya da atmasak bizi kahredecek o imzayı, kalemi çalsak yere.


“Ah keşke” dediğinizi duyar gibiyim. Keşkelerimiz en az Mecnun’un Leyla'ya olan aşkı için söylediği “Leyla'yı henüz göğsünde tomurcukları belirmeden sevdim. İkimiz de çocuktuk. Beraber kuzuları otlatıyorduk. Keşke ne biz büyüseydik ne de kuzular..." sözleri gibi masum olmalı oysa.


Zira işin ucunu kaçırdığımızda “neden ben” ile başlayan sözleri tetikleyen bir isyan mekanizması olacaktır bu keşkeler.


Karar anı dedik ya… Karar anı aslında önümüzdeki kavşakta gideceğimiz yönü seçmekten ibaret. Diyelim ki o yolu seçmedik, diğer yolu seçtik. Bu kez o yolda başımıza neler geleceğini kestirmek mümkün mü? “Hayır” dediğimizde bizi her zaman hayırlı bir akıbet mi bekleyecek? 


“Evet”imiz bizi bir ömür mutlu mu edecek? Bir kısır döngü değil mi bu bilinmezlikler? Sonu gelmeyecek düzeltmeler, dünya dediğimiz bu fani durakta bize saadet yerine felaket getirecek belki de. 


Belki de hayatta mutlu olmanın bir yolu da kadere rızadır. O zaman bu kısır döngüden belki çıkabiliriz. 


"Keşke", kafamızı vuracağımız bir duvar olmamalı, bir tövbe sözü, ya da hayattan ders alacağımız bir pişmanlık sözü olarak kalmalı. 


"Keşke"yi bu minval üzerine kullanmamız daha doğru olacaktır ama yine de keşkelerimiz içimizde birer ukde olarak kalacaktır. Onu da hayal dünyamızın semalarında beklediğimiz ümit yıldızı olarak görelim derim. 


Keşke, keşkelerimiz olmasaydı.






 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165