Hani bir batılı demiş ya, “üçüncü dünya ülkeleri kendi ordularının işgali altındadır” diye. Mısır’a bakınca adama hak vermemek elde değil. Düşmana karşı bizi korusun diye eline silah tutuşturduğun kendi çocuklarının silahlarına hedef olmak ne büyük bir ıztıraptır.

Geri kalmış ülkelerin zavallı halkları bu duruma bir son veremedikleri sürece kendi kahramanlarının tecavüzüne uğramaktan kurtulamayacaklardır. Başkalarına karşı kazanılmış tek bir zaferleri olmamasına karşın kendi halklarına karşı her zaman güçlü duran, sayıca da hayli kalabalık ordulara sahip olmaları bu fakir ülkelerin en büyük talihsizliğidir.

Suriye’ye bakın, kırk yıldır topraklarının bir bölümü işgal altında olduğu halde işgalci Siyonistlere tek bir mermi sıkmayan ordu, iki yılda kendi halkından yüz bin kişiyi katletti, halen de katletmeye devam ediyor. Bu ülkede tecavüz edilen, işkenceden geçirilen, tutuklananların sayısını, akıbetlerini bilen dahi yokken Batılı anlı şanlı insan hakları örgütlerinin arada bir, “durum gittikçe kötüleşiyor” gibi hiçbir derde deva olmayan açıklamaları mide bulandıracak kadar iki yüzlü ve iğrençtir.

Batılıların Mısır’daki askeri darbe karşısındaki tutumları bir kez daha göstermiştir ki, koloni dönemlerinde dünyayı talan eden yağmacı ataları ne ise bugünün Avrupalısı da odur. Eskiden olduğu kadar kaba yöntemler yerine işlerini daha sofistike usullerle görüyor, doğrudan işgal yerine yerel işbirlikçilerini kullanıyorlar, o kadar.

Üçüncü dünya ülkelerine dayattıkları sosyal, siyasal ve ekonomik sistemlerin tek gayesi, birinci dünya savaşı sonrası tümüyle yenilgiye uğratarak tasfiye ettikleri İslam’ın yeniden ayağa kalkmamasıdır. İslam dünyasının uyanışı en büyük kâbuslarıdır. Bunun için bütün kutsallarını çiğniyor, bütün putlarını yemekten çekinmiyorlar.

Demokrasi diye diye kafamızı şişiren bu ikiyüzlü dünya, Filistin’de halkın özgür iradesi ile seçilen Hamas’a yıllardır terör örgütü muamelesi yapmışken, Mısır gibi İslam–Arap dünyasının en önemli ülkesindeki seçimlere saygı duymasını beklemek saflık olurdu.

Esasen demokrasi ve insan hakları gibi kavramları üçüncü dünya ülkeleri üzerindeki hegemonyalarının devamı için nasıl bir tahakküm aracı olarak kullandıkları bilinmeyen bir durum değildi. Beyaz adam bunu hep yaptı, yapıyor. Kendisi dışındakileri adamdan saymadığı kesin. Hatta kendilerini batılı gibi göstermek için bir yerlerini yırtan içimizdeki beyazları bile adamdan saymıyor. Onları da kullanıyor, sonra da buruşturup bir kenara atıyor. Mübarek ve Zeynelabidin örneğinde olduğu gibi, hayatlarını onların çıkarlarına adadıkları halde iktidardan düştüklerinde herhangi bir batı ülkesi topraklarında bir sığıntı olarak yaşamalarına bile izin vermedi.

ABD ve AB ülkelerinin, Mısır’da bir İslamcı yönetime karşı durmaları, onu devirmek için besleme işbirlikçine destek vermiş olmaları bizi şaşırtmıyor, üzmüyor da. Asıl kafa karışıklığına neden olan, Suriye muhalefetine destek veriyormuş gibi yapan Suudi krallığının Mısır’da generalleri ilk kutlayan, hemen arkasından da parasal yardım vaadinde bulunan ülke olmasıdır.

Mısır’daki darbeden büyük heyecana kapılarak benzerinin Türkiye’de olması için can atan Ergenekoncu tayfa şimdi Suudiler üzerinden İslamcıları vurmaya kalkışıyorlar. Oysa İslamcılar, İngiliz ve ABD’nin Müslüman coğrafyadaki en büyük Truva atının Suudiler olduğunu çok iyi biliyorlar. İran devriminden Afganistan direnişine, Irak savaşından Yemen isyanına, Cezayir, Libya ve Tunus’a kadar Suudilerin çıkarları ABD ile her zaman örtüşmüştür.

Tunus’un devrik diktatörü Zeynelabidin’e kucak açanın ve Mısır’da başarılı olmaları halinde Tunus’ta da başlatılmak istenen (temerrüt) hareketini destekleyenin Suudiler olduğu unutulmamalıdır. Biliyorlar ki Mısır’da Müslüman Kardeşlerin başarılı olması, İslam-Arap ülkelerinin doğal lideri sayılan Mısır’ın prangalarından kurtulması ve bir süredir başına buyruk hareket eden Türkiye ile güç birliği yapması, İsrail ve batı kadar bölgedeki kralların, emir ve şeyhlerin en büyük korkusudur. Mısır’daki askeri darbeye Suudilerin ve diğer körfez krallık ve emirliklerinin verdikleri desteğin tek açıklaması budur.

Mısır’da İslamcılar iktidara gelirlerse Ürdün’ün küçük kralı tahtını nasıl koruyabilecek? Ardından sıra Suriye‘ye gelmeyecek mi? Peşinden Mekke ve Medine’nin statüsü tartışmaya açıldığında krallık, o koca yarımadada nüfuzunu nasıl devam ettirecek? Hepsinden önemlisi Türkiye ile Mısır’ın desteğini arkasına alan Filistin karşısında okyanusta bir ada olan Siyonist işgalciler için yolun sonu geldi demektir.

O yüzden Mısır’daki darbe, küresel soygun düzeni için hayati önemdedir. Başta AB ve  ABD olmak üzere, Suriye, Suudi Arabistan, İran, İsrail gibi kırk tane benzemezin bir araya gelmiş olması boşuna değil.

Omerkilic91@Hotmail.com




Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.