Beş asır önce muzaffer akıncılar olarak fethedilen Rumeli topraklarından yağmur çamur içinde, aç-biilaç, salgın hastalıkların pençesinde kıvranarak, tarifi imkânsız acılarla çekilmek zorunda kalınan Balkan hezimetinden sonra devleti artık tek şey ayakta tutabilirdi: Doğu cephesinde Sarı Moskof’a karşı kazanılacak bir zafer.


Müslüman Arnavutların da diğer Balkan devletleri ile birlikte isyana katılmış olmaları ve bazı Arap aşiretlerinin İngilizlerle işbirliği yapmaları, o yıllarda etkili olan fikir akımlarından İslamcılığın da derde deva olamayacağı kanaatine yol açmış, Türkçülüğü ön plana çıkarmıştı. Turancılık olarak da bilinen bu ideal, Azerbaycan ve Kafkaslar üzerinden Hazar’ın doğusuna uzanıp Türkistan’la birleşmeyi hedefliyordu ama bu rüyanın gerçekleşmesi oraya giden yolları elinde tutan Rusya’ya karşı bir zafer kazanılmasına bağlıydı. İktidardaki İttihatçı kadronun o günlerde böyle bir zafere hava kadar, su kadar ihtiyacı vardı.


Takvimler 1914 yılının ortalarını gösterirken Avrupalı devletler, bir emperyalist paylaşım savaşı için son hazırlıklarını tamamlamış, milyonların kanını akıtmak için eller tetikte adeta bir işaret bekliyorlardı.  Beklenen işaret fişeği Saraybosna’da çaktığında asıl paylaşımın kendi toprakları üzerinde olacağını bilen Osmanlı kurmayları, bu savaştan kaçamayacaklarını çok iyi biliyorlardı.


Ancak devlet, dışarıdan ciddi bir yardım almadan savaşacak güçte değildi. Halk aç ve perişan, devlet ise memuruna maaş veremeyecek durumdadır. Bunun için kendisine silah ve para yardımı yapacak bir el aramaktadır ki o anda bu el, şeytanın eli bile olsa geri çevirebilecek durumda değildir. Önce İngiliz ve Fransızlara başvurulur, olumlu cevap alınamayınca İttihatçıların Alman ekolünün de etkisiyle Almanlarla ittifak yapılır.


Osmanlının Turancılık rüyası Almanın arzularıyla cuk diye örtüşmektedir. Rusya doğu cephesindeki kuvvetlerinin bir kısmını Kafkaslara kaydırmak zorunda kalacağından Almanların yükü hafifleyecektir. Osmanlı ile ittifakı kabul etmelerinin asıl nedeni zaten budur, yoksa bütün raporlar Osmanlının savaş gücünün kalmadığı şeklindedir.


İşte böylesi hassas bir zamanda, Rumeli’deki isyanı başlatarak Abdülhamit dönemini bitiren ve Meşrutiyet’e giden yolu açan Hürriyet Kahramanı Enver Bey, artık Enver Paşadır. Henüz otuz üç yaşında olmasına karşın Genel Kurmay Başkanıdır, Harbiye Nazırıdır, Başkomutandır. Üstelik de saraya damat adayıdır. Onca meşguliyetinin arasında henüz yüzünü bile görmediği Naciye Sultan’a aşk mektupları yazmaktadır.


40 yıl önce yapılan ve Rumi takvimde 1293 yılına denk geldiği için halkın 93 harbi olarak bildiği ve tam bir felaketle sonuçlanan savaşta Ruslar, Osmanlıya öyle bir acı yaşatmışlardı ki o günden sonra Anadolu insanının belleğine Ruslar Sarı Moskof olarak kazınmıştı.  Balkanlardan yaptıkları hücumla Osmanlının gırtlağını sıkarken, Kafkasya’dan yaptıkları saldırılarla adeta devletin belini kıran bu savaşın sonunda Kars ve Sarıkamış’ı da işgal eden Sarı Moskof’a karşı kazanılacak bir zafer, halkın gözünde bir insanı neredeyse ilahlaştırırdı ki, Enver de, ittihatçılar da bunu bilmekte ve bunun hayallerini kurmaktadırlar. O kadar ki, İttihatçının gözünde bu amaç için ölecek Mehmet sayısının sadece istatistik değeri vardır. Şu kadar top, şu kadar tüfek, şu kadar da memet lazımdır.


1914’ün Aralık ayının yirmi yedisinde başlamıştır harekât. İşgal altında olduğu yıllarda Ruslar Kafkasya’dan Sarıkamış’a kadar uzanan demiryolunu inşa ederek ikmal yollarını tamamlamışlarken, İstanbul’dan Sarıkamış’a sevk edilen asker, erzak ve mühimmat, demiryolu ile önce Niğde Ulukışla’ya ulaştırılmakta, oradan Niğde, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum üzerinden at, eşek, katır ve deve ile Sarıkamış’a yakın mevzilere taşınmaktadır. Osmanlıda şartlar bu kadar geri ve ilkel vaziyettedir. Kış şartları durumu daha da ağırlaştırmış, normal hayatın sürdürülmesinin bile zorlaştığı bu şartlarda Mehmetçik savaşmaya koşulmuştur.
İstanbul’dan erzak ve mühimmat yüklenerek Trabzon üzerinden sevk edilen gemi, Karadeniz’de Ruslar tarafından batırılmıştır. Irak cephesinden getirilen yiyecek maddesi, katır ve deve sırtında Doğu Anadolu’nun o sarp, karlı dağları aşılarak ulaştırılmaya çalışılmakta ama hiçbir şekilde yeterli olmamaktadır. Bu yüzden askerin karnı sürekli açtır, sırtı çıplaktır, incecik yazlık kıyafetlerle, lastik ayakkabılarla eksi otuz dereceyi bulan soğukta, çoğu geceyi mevzide geçirmek zorunda kalmaktadır.


Bütün bu imkânsız şartlara rağmen öyle söylendiği gibi bir kurşun bile atmadan 90,000 askerin soğuktan donarak öldüğü bir savaş değildir bu savaş. Sarıkamış önlerine kadar sokulan asker bir baskınla kasabayı ele geçirmeye ramak kalmışken, komutanlar arasındaki rekabet ve husumet, ayrıca istihbarat eksikliği sonucu açlık, soğuk, uykusuzluk ve yorgunluktan bitap düşmüş askerin bir gün dinlendirilmek istenmesi, moskofa hayat öpücüğü olmuş, o bir gecelik dinlenme tarihin seyrini değiştirmiştir.


Artık direnmenin faydasız olduğunu düşünerek kasabayı boşaltma hazırlıkları yapan Ruslar, askerin dinlendirildiği o son günde Tiflis üzerinden trenle gelen takviye sonucu yeniden savunmaya geçmişlerdir. Açlık ve soğuktan adeta bilincini yitirmiş, Sarıkamış’taki Rus erzak depolarını ele geçirip karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen Osmanlı askerini püskürterek saldırıya geçmiş, çoğu yürüyemeyecek şekilde ayakları donmuş askeri top ve makineli tüfeklerle katliam yapmış, içlerinde birçok üst rütbeli subayın da bulunduğu binlercesini de esir almıştır.


Çılgın, bir o kadar da muhteris Türk Enver Paşa, son günlerde cephenin en önünde askerle birliktedir. Bilmektedir ki bu savaş hem Osmanlının, hem kendisinin geleceğini belirleyecektir. O yüzden esir düşmeyi dahi göze alarak askerle birlikte ön saflara dalmaktadır.


Ancak sonuç tam bir felakettir, düşmanı arkadan kuşatma düşüncesiyle yaz ortasında bile geçilmesi kolay olmayan Allahüekber dağlarına askeri vuran 10. Kolordunun komutanı diğer çılgın Türk Hafız Hakkı Paşa, 10.000 bin kişi ile çıktığı yolu üç yüz kişi ile tamamlayabilmiştir. Birliklerinin bir kısmı firar etmiş, edemeyenler yollarda donarak ölmüş, asıl ordu bozguna uğradıktan sonra Sarıkamış önlerine ulaşabilmiştir. Tarihçilerin tam olarak ittifak edemediği kayıpların, en iyimser rakamları 60.000 civarında olduğudur. Yol açtığı manevi yıkımın ise hesabı yoktur.


Tarihimizin en trajik olaylarından biri olan ve bugünlerde yıldönümünü idrak ettiğimiz bu savaşla ilgili en kötü kanaat, tek kurşun atmadan 90.000 askerin donarak öldüğü şeklindeki efsanedir. Bazı günler göğüs göğüse devam eden bu çetin savaş için nasıl böyle bir yalanın uydurulduğu kadar bu yalanın nasıl yaygınlaştığının da izahı zordur.


Herhalde savaşın inanılması güç şartlarda yapılmış olması, çetin hava şartları, tipi ve tufan ancak bu şekilde anlatılabildiği için böylesine efsaneleştirilmiştir.



Omerkilic91@hotmail.com.

















Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.