Hem bölge hem de dünya dengelerini etkileyeceği çok kişi tarafından kabul edilen 14 Mayıs seçimlerinin Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Cumhur ittifakı parlamento çoğunluğunu garantiye almanın rahatlığı içinde ikinci turda pek zorlanmayacak gibi dururken, beklediği sonucu alamayan muhalefet, ikinci turdan da pek ümitli olmadığı için seçim güvenliği konusunu öne çıkartarak, büyük beklenti içine soktuğu seçmeninin kaçınılmaz öfkesini iktidara yöneltmeye çalışıyor.
KİŞİ KARŞISINDAKİNİ KENDİSİ GİBİ BİLİRMİŞ
Oysa Türkiye’nin belki de en iyi yaptığı işlerin başında seçimlerin geldiğini kendileri de biliyorlar. Ama daha iyi bildikleri bir şey daha var ki o da, CHP’nin iktidarı bırakmamak için her türlü zorbalığı kullanarak kazandığı son seçim olan ve "açık oy, gizli tasnif" diye demokrasi tarihine geçen 1946 utanç seçimleridir. Diyorlar ki biz yaptık böyle bir sahtekarlığı, başkaları niye yapmasın ki? Kişi karşısındakini de kendisi gibi bilirmiş ya tam o hesap.
1946’DAN BUYANA AYIPLI SEÇİM YOK
Sandık güvenliği, vatandaşın iradesinin doğru bir biçimde yansıtılmasının teminatı olduğu için elbette ki son derece önemlidir. Türkiye 1946’dan sonraki dönemde hiçbir zaman sonuçları kamu vicdanı tarafından kabullenilmeyen böyle bir ayıplı seçim yapmadı, o günden sonra bir daha milletin tercihine gölge düşürecek şaibeli bir seçimden hiç bahsedilmedi. 90’lı yıllarda terörün zirve yaptığı Güney Doğu’nun o güvensiz ortamında bile seçim sonuçları tartışılmadı. Peki şimdi ne oldu da muhalefet seçim güvenliğini diline pelesenk ediyor? En ücra köşelerin bile kameralarla kontrol edildiği, cep telefonları ile her olayın anında parti merkezlerine iletildiği bir ortamda kim nasıl bir hile ile seçim sonuçlarını etkileyebilir ki. Üstelik bir değil, iki değil, yedi ayrı partinin, haydi resmi görevlilerini geçtik, gözlemcilerinin bulunduğu bir ortamda sonuçların değiştirilebilmesi nasıl mümkün olabilir?
ERDOĞAN’I İNDİRMEK UĞRUNA
Millet ittifakının cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu, böyle bir şeyin olmayacağını, olamayacağını kendisi de çok iyi biliyor. Başta da belirttiğim gibi ilk tur sonuçlarının aslında ikincisini de belirlediğini, 28 Mayıs'ta hiçbir şansının olmadığını biliyor ama yüzleşeceği o acı gerçeği bir türlü kabullenemiyor. Başta masaya zorla yeniden oturttukları M. Akşener olmak üzere, Erdoğan’ı indirmek uğruna seçilebilecekleri sıralarını yüzde birlik partilere terk ederek milletvekilliği de ellerinden giden partililer olmak üzere bir çok kişinin kendisini parçalamaya hazır olduklarını biliyor. Çıkmayan canda ümit vardır diyerek dişlerini sıkmış hafta sonunu bekliyorlar şimdilik.
TESCİLLİ BAŞARISIZLIĞI ÖRTME GAYRETLERİ
O yüzden can havliyle sarılıyor K. Kılçdaroğlu, sandık diyor, seçim güvenliği diyor, hatta vatandan, bekadan bahsediyor, biz bu ülkeyi sokakta bulmadık, yedirmeyiz gibi laflar ediyor. Ülkenin geleceği konusunda çok büyük kaygılar taşıyormuş izlenimi uyandırmak için söylenmiş çok sorumsuzca sözler bunlar. Sorumsuzca çünkü amaç, kaybedeceğine kesin olarak inandığı seçim sonunda "oylar çalındı, hile yapıldı" diyerek tescilli başarısızlığını örtmek, mümkünse de taraftarlarını sokağa dökerek sandıkta elde edemediğini sokaktan devşirmek. Yani ilk turda yapmak istediği ama yapamadığı şeyi ikinci turda yapmak. Her türlü yalan, manipülasyon, masa başı araştırma sonuçları ile oluşturulan algıya kendilerini inandıranlar, en ufak bir mahcubiyet duygusu taşımadıkları için 14 Mayıs gecesi nasıl rezil olduklarını bile fark edemiyorlar, o yüzden aynısını tekrar denemeye kalkışıyorlar.
İNANDIRICILIĞI YOK
Kılıçdaroğlu’nun sandık güvenliği ile ilgili sözleri bir liderin taraftarlarına moral vermek için söyleyebileceği sözlerden çok daha fazlasıdır. Seçim sonuçlarının kendi istedikleri gibi çıkmamasının kesin olarak seçime hile karıştırılmış olacağı anlamına geliyor bunlar, dolayısı ile taraftarlarına sokağı işaret ediyor. Ama seçmen çoğunluğu onun zannettiğinden çok daha fazla sağduyulu. Zira kendisinde bir liderde ilk olması gereken inandırıcılık yok, sözleri çelişkilerle dolu, Erdoğan’a kişisel nedenlerle kızgın, öfkesi akıllarını almış birkaç eski Ak Partili dışında ne helalleşme çağrıları inandırıcı bulundu, ne de seçim sonrası ile ilgili vaadleri.
SOLCUSU LİBERALİ, MİLLİYETÇİSİ, PKK’LISI
Halbuki çok inandırmışlardı kendilerini 14 Mayıs'ta kesin olarak kazanacaklarına. Birkaç “ihaleci yandaş” hariç bütün anketçiler açık ara kendilerini önde gösteriyordu. Depremde enkazın altında kalan bir iktidar vardı. Sağcısı solcusu, milliyetçisi, liberali, pkk’lısı ve solun en aşırı uçları bile desteklerini sunmuşlardı, yeter ki ülke 21 yıldır bütün seçimleri kazanan bu “diktatörden” kurtulsundu. 14 Mayıs'ta bahar gelecek, memleket mutlu mesut insanlar diyarı olacaktı.
GECE BOYU YALAN SÖYLEDİLER
Gece boyu yalan söylediler, Aadolu Ajansını, Yüksek Seçim Kurulunu suçladılar, bir kaç saat sonra ortaya çıkacak gerçekleri saklamaya çalıştılar, acınası komik durumlara düştüler. En trajikomiği de, gecenin yarısında Kılıçdaroğlu'nun yaptığı o üç cümlelik açıklamasıydı, “Ey halkım” diye başlayıp, “sakın sandıkları terketmeyin” diye bitirdiği. Eline tutuşturulan kağıtla çık da oku şunu diye sahneye itilmişti sanki. Kesin olarak önde olduklarını söyleyerek o gece sabaha kadar seçmenlerini kandırmaya devam ettiler. Sabaha karşı sessizce çekildiler, milletten bir özür bile dilemeden.
HARARETLE KONUŞUYORLAR
İkinci tur ne olur, Sinan Oğan'ın oyları nereye gider, şimdi bu konuşuluyor hararetle. Ben Sinan Oğan'ın aldığı oyların en az yarısının tepki oyları olduğunu düşünenlerdenim. Zira ırkçılığın bu kadar karşılığı yok bu topraklarda. Akıllarda kalan en önemli vaadinin sığınmacıları göndermek olan bir liderin bu kadar oy alabilmesi mümkün değil. K. Kılıçdaroğlu ve ortakları gerçek rakam 1 milyonu çocuk 3,6 milyonken, hiç utanmadan sayılarını 10 milyona çıkarttığı mültecileri derhal göndereceği sözünü vererek ırkçı Ümit Özdağ ile Sinan Oğan'ın kapısını aşındırıyorlar. Toplumun bu en savunmasız kesimine karşı bu kadar vicdansız olan bir insanın kalp işareti yapması da bu yüzden inandırıcı olmuyor, bunu anlamadılar hala. Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan, hiçbir mülteciyi zorla göndermeyeceklerini, can güvenlikleri sağlanmadan böyle bir yola asla girmeyeceklerini söyleyerek bir kez daha bu konudaki insani duruşunu gösterdi.
AK PARTİ 2002’DEN BU YANA EN DÜŞÜK OYU ALDI
Son olarak; AK Parti her ne kadar seçimden birinci parti olarak çıkmışsa da 2015'te başlayan irtifa kaybı sürüyor. 21 yıl boyunca girdiği onlarca genel, yerel seçim ve referandumlarda hep birinci çıkmak kesinlikle çok büyük başarıdır ve bu başarı tartışmasz Cumhurbaşkanı Erdoğan'a aittir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken husus, bu seçimde aldığı oy, seçime ilk kez girdiği 2002 seçimlerinden sonra aldığı en düşük oydur. Bir kaçı hariç Çorum'un da aralarında bulunduğu bütün illerde ciddi bir düşüş var.
28 MAYIS’TAN SONRA BUNLAR DA KONUŞULMALI
Normal şartlarda ülkeye bu kadar hizmet kazandıran bir partinin yüzde 65-70 oyla ilk turda seçimleri alması gerekirken neden bu kadar zorlandığı hususu, seçimden sonra ilk ele alınması gereken husustur. Bunu sadece genç seçmenlerin eski dönemleri bilmemesi ile izah edebilir miyiz, ya da sadece değişim talepleri ile. AK Parti'nin devrim çapında gerçekleştirdiği yenilikler, ülkeye kazandırdığı büyük eser ve yaptığı büyük hizmetlerin yanında özellikle 15 Temmuz sonrasında sergilenen toptancı yaklaşım ile yaşatılan ağır mağduriyetler, hukuk ihlalleri, işe alımlarda ehliyet ve liyakat yerine başka ilişkilerin belirleyiciliği ve daha bir çok konuyu mutlaka konuşmak gerek. Ama 28 Mayıs seçimlerinden sonra. Omerkilic91@Hotmail.com
Sayın Ömer KILIÇ, az da olsa nihayet AKP eleştirinizi okudum. Teşekkür ederim. Hatalar kusurlar tek taraflı olmadığını en iyi bilecek meslek yapıyorsunuz. Bu yazınız biraz daha Hukuka adalete yakın olmuş.