bir asra yetiştik ki medâr-ı şeref ammâ

                                           elfâz-ı muzahraf hezeyân-ı süfehâdır (nâilî)


tuhaflaşıyoruz. başa çıkamayacağımız derecede şedit bir tuhaflaşma bu. bizi hazırlıksız yakalayan fena bir tuhaflık siniyor üstümüze. sonradan rahatsızlığı artan bir is kokusu gibi. üstelik az çok, hatta çok; başımızı ellerimizin arasına aldıracak badire de geliyor başımıza. bu sıkıntılar bizi eğeceği, bükeceği yerde nedense “kuyruktan kıl aldırmaz bir yığın’a dönüştürüyor. kimsenin kimseye tahammülü olmamasını geçtik artık biri ötekinin varlığına katlanmadığını ima eden kaş göz işaretleriyle yüzünü süslüyor!!!


şehirler, kazalar, köyler, caddeler, sokaklar, yollar; camiler –hatta-, hoyratlığın ve özüne güvenenlerin arenası haline geldi. insan(ımız)da bir gladyatör edası, her fırsat ve şeraitte karşısındakileri azarlayan bir hamsofu sedası… aldığı her nefesin pastoral, söylediği her sözün epik bir hüviyet taşıdığına kendini inandıran ve zamanın kutbu olduğuna iman etmemizi bekleyen zamanın süfehası, eli ve alnı terlemeden edindiği şeylerin kendisine gökten indirildiğine hükmeden zamane şürekası… yeni edindiği avizenin altında bilimcilik, ilimcilik, aydınlıkçılık, özgürlükçülük gibi nev zuhur oyunlar eşliğinde dans etme müptelası vs vs…


yani özellikle şu günlerde, şu vakitte terk etmemiz gereken ne kadar abes, boş, anlamsız, yararsız, hayırsız, hor ve hamasi insiyaka yönelim varsa hepsi ahalimizde mevcut. tuhaflık da burada: dimağına ve kalbine biriktirdikleri ile hareket eden bir milletten, refleksleriyle hareket eden bir topluma dönüşüyoruz. ve hatta dönüştük bile. bu kerih halin yanına bir kerih hal daha eklemekten geri durmuyoruz: o da kendimizi “muhteşem” hissetmek. kendimizin dışında herkesin yanılgıda olduğu sanrısıyla muhteşem buluyoruz zatımızı. oysa bu yanıltıcı ihtişam, bu kuvvetlilik hissi yaptığımız, eylediğimiz, düşündüğümüz şeyleri muhasebe etme yoksunluğu ve yoksulluğuna gark ediyor insanı. neticeleri mi: muhasebe ve muhakeme zafiyeti, bilincin kırılması, çokbilmişlik, ölçüsüzlük, hadsizlik vs derken; şahsi ve milli bir natüvân???


işin başka vahim başka boyutları da var: “merhamethüzüntebessüm’ün” yerine öfkenin esaretinde yaşamanın kolayımıza gelmesi. bile isteye infiale, köpürmeye, gazaba teslim ediliyor iradeler. incir çekirdeğini doldurmayacak bir meselede bildiği – bilmediği, sevdiği – sevmediği her şeyiyle kısaca tastamam “kendisini” tehdit olarak karşımıza çıkaran insan tipi t/üredi…  bu tip, ortaya çıkan her duruma anında adapte oluyor, adapte olduğu ölçüde aynı anda karşı durabiliyor, karşı durduğu ölçüde tarafsız kalabiliyor ve bu yetmezmiş gibi her durum ve kişiyle de cedelleşebiliyor… (bilinci aşan bir geliş-gidiş(im))!!


zaman ve zemin gözetmeden cehaletin izini sürdükçe, acıkan aklını doyurmak için sürekli beylik cümlelere tevessül eden, sadece bulunduğu topluluğun nezahetten yoksun, odunsu vesveseleriyle hayatı tamam etmek bir maharet değil aksine kendini her şeyin ekildiği ve herkesin ektiği bir tarlaya çevirmektir. bizatihi kendini bereketsiz bir çöle çevirme, bir bataklığa dönüştürme uğraşı biricik hedef sanki. çölken ben dünyanın en mümbit kafasıyım, bataklıkken en sağlam zeminiyim diye “reklam” yapmak da işin cakası…!!!


hal böyleyken darbelerle, ihtilallerle, ekonomik tehditlerle, ahlaki sıkıştırmalarla, aşağılık pusu ve tuzaklarla tehdit edildiğimiz şu günlerde “selametimizi” sadece siyasetin eline bırakmak bizi tehdit edenlerin ekmeğine yağ sürecek bir tutum. siyasa elinden geleni yapıyor. yapacaktır da.


asıl iş insanımıza –bize- düşüyor. bizatihi bu ülkenin nimetini de külfetini de çeken insanların itidali, kavrayışı, kendisi gibi gidecek yeri olmayan diğer insanlarla kurduğu samimi muhabbeti yani insanlığındaki kalitenin irtifası kurtaracaktır bizi.


bir de unutmadan peygamber efendimizin bir hadisi var: “onlar saçını kestiğinde siz uzatın. onlar uzattığında kısaltın”. bu hadisten sadece “saç uzatma” ve “saç kısaltma”yı çıkarmak affedilemez bir kaypaklık. bu hadisi’in bizi yönlendirdiği bir nokta var: eşiğimizi ve evimizi ateşe vermek isteyenlerle yanı istikamete, kesinlikle ne yapıp edip gitmemek, onlarla aynı şeyi düşünmemek, aynı şeyi yapmamak, aynı hedefe bakmamak, aynı idrake sahip olmamak, aynı tercihlerden uzak durmak...


eğer, aklımızda gezinen düşünce kırıntılarını bizden yana olmadığına hükmettiğimiz insanı atacağımız bir uçurum haline getirirsek bilelim ki görmezden geldiğimiz kendi "felaketimiz"…


hayrolsun!


dip not: tdk’nın boş kaldıkça türkçe ile oynamasına söylenebilecek tek şey var; “dil ayettir, sizin için kum daha elverişli bir yer”.

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.