Ak Parti’nin ilk iktidar yıllarında başbakanın sıkça dile getirip şikayetçi olduğu bürokratik oligarşinin kökleri Cumhuriyet’ten çok öncelere, hatta Tanzimat’a kadar uzanır. Gülhane Parkında ünlü Tanzimat Fermanı’nı okuyan Mustafa Reşit Paşa ile başlayıp, onun çömezlerinden Ali ve Fuat Paşalar ile devam eden bürokrat

iktidarı, Mithat Paşa’nın başını çektiği darbe ile Abdülaziz’i tahttan indirip, katlederek siyaset üzerindeki vesayetini kurmuştur.


İngiliz meftunu bu yeni memur sınıfın bu işleri kotarırken en büyük destekçisi Paris’te, Londra’da eğitim görüp dönen okumuş taife ve onların çıkarmaya başladıkları gazetelerdir.  Tercümanı Ahval ile başlayan batıya ve batılı değerlere biatlı olan basın, Osmanlı sarayına karşı konumlandığı için saraya muhalif olan bürokratın yanında yerini almıştır.


İçeriden bu batıcı zümre, dışarıdan batılı devletler elbirliği ile Osmanlı’yı tasfiye ettikten sonra Milli Mücadele ile kurulan Cumhuriyet’in halk yönetimi olduğu iddiası ise kuyruklu bir yalandır. Kesintisiz şekilde çeyrek yüzyıl devam eden tek parti yönetimi, tam bir asker ve sivil bürokrat diktasıdır.


1950’ye kadarki süreç içerisinde milli irade meclisin duvar süsü olmaktan öteye geçememiş, halk ise sadece atılan nutukların belagat malzemesi, asker deposu, vergi ambarıdır. Cahildir,  gericidir, devrimlere karşıdır. Behemehal dönüştürülmesi, adam edilmesi gerekir, aksi halde tehlikelidir.


İşte bu dönüştürme işinde yönetici sivil ve asker bürokratın en gözü kara destekçisi yine basındır ve basın bu konuda üzerine düşeni bihakkın yerine getirmiştir. Cumhuriyet’in tepeden inmeci devrimleri ile yürütülen batılı toplum projesinde amiral gemisi rolünü üstlenerek oligarşinin emrinde hareket etmesine rağmen, halkın gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi olduğunu da söyleyebilmiştir.


Dünya konjonktürünün zorlaması ile çok partili hayata geçildiğinde millet, iktidarı da ele geçirdiğini zannetmiştir. Ancak gerçekte değişen sadece hükümet olup, asıl devlet iktidarı olan bürokratik oligarşi bütün ipleri elinde sıkı sıkıya tutarak vesayetini sürdürmüştür. Bekleneceği gibi devlet iktidarının yanında yerini alarak 10 yıllık başbakanlığı döneminde Menderes’e adeta kan kusturan basın, onu ipe göndermekle yetinmemiş, darağacında sallanan o dramatik görüntüsünü sıkça yayınlayarak seçimle başa gelenlere adeta, “millete fazla güvenir de statükoyu zorlarsanız, sonunuz böyle olur” demiştir.


Basının sonraki yıllarda yazılı olanının yanında görsel olanı da yerini alınca, artık adı medya olarak anılmaya başladı ve oligarşi ile işbirlikleri uzun yıllar başarılı şekilde devam etti. Siyasetçiyi ya Demirel gibi devşirerek yanlarına aldılar, ya da devşiremedikleri Rahmetli Erbakan gibi kırk yıl boyunca küfür, hakaret, iftira ve her türlü aşağılamaya maruz bıraktılar.


Siyaset üzerine kurdukları vesayeti sürdürmek için 1960’tan sonra da birçok darbe ve darbe girişimleri oldu. Ancak ne yaptılarsa ters tepti. Millet her defasında rejime muhalif gördüğü partiyi iktidara taşıdı. Bu partiler, hiçbir zaman tam olarak muktedir olamadılar ama millet her seferinde bir mevzi kazandı. İmam Hatip okullarının sayısı her geçen gün arttı, başörtülüler üniversite kapılarını zorladı, hatta resmi kurumlarda bile görülmeye başladılar. Hem de sadece çaycı, hizmetçi olarak değil, memur olarak.


90’ların sonuna gelindiğinde, her darbenin hazırlanma aşamasında önemli işler başaran basın, bu kez işi doğrudan üstlenmek durumundaydı. O yüzden post modern darbe adını verdikleri 28 Şubat darbesi, tam olarak medya eliyle gerçekleştirilen darbedir. Televizyon kameraları tank namlusu gibi milletin üzerine çevrilerek bütün muhalifler tek tek zumlandı, sonra fişlendi, dışlandı, en sonunda da bu sefer ki darbenin bin yıl süreceği ilan edildi.


2000’li yıllara işte böyle gelindi ve bir daha darbeye ihtiyaç bırakmayacak tedbirler alındıktan sonra yeniden seçimler yapıldı. Millet bu defa da muhalif parti olarak, henüz bir yıl önce kurulan Ak Parti’yi gördü ve onu taşıdı iktidara. Ak parti kadrolarının kimliklerini bilen oligarşi önce seçimleri iptal etmeyi düşündüyse de bunu göze alamadı. Hemen başladı darbe hazırlıklarına, ancak hem dünya konjonktürünün yeni bir darbeye uygun olmaması, hem de bu partinin başındaki kişinin tehditlere pabuç bırakmaması, hesapları alt üst etti.


Bu yeni parti girdiği seçimlerde oylarını arttırdıkça, devletin siyasetçiye yasaklı alanlarına biraz daha sokuluyor, her geçen gün devleti ele geçiriyordu(!) Hele son kale olarak görülen Çankaya’ya kendi adamını oturtmaya kalkışması, bardağı taşırmış ve bir muhtıra daha vermek zorunda kalmışlardı. Tarihe e muhtıra diye geçen bu olayda, siyasetçi şapkasını alıp kaçmak yerine sivil muhtıra ile karşılık verince, yüz elli yıllık oligarşinin tam anlamıyla süngüsü düştü.
O tarihi günden sonra vesayet zincirinden kurtulan Türkiye, ilk iş olarak 30 yıldır kanayan yarasına el atmış, Kürt sorununu çözmek için kolları sıvamıştı. Hem de dışarıdan yardım almadan, bütün inisiyatifi kendi eline alarak doğrudan görüşmeler yoluyla attığı adımlar sonuç vermeye başlamıştı. İç sorunlarını çözme iradesi göstermesi dışarıda da itibarını arttırmış, bölgesinde etkili, dünyada yükselen bir güç olmaya başlamıştı.
Elbette bu durumun birilerini rahatsız etmemesi düşünülemezdi. Lozan’da vesayetçi düzenin kurulmasına izin veren güçlerin tamamı, küresel sistemin baronları, onların içerideki acenteleri, kapitalist-siyonist lobiler, noeconlar, yeryüzünün tüm şer ittifakı tümü birden harekete geçmiş ve Neo Osmanlıcılık korkularını pompalayarak, Yeni Türkiye’nin dizginlenmemesi halinde İsrail’in güvenliğinin tehdit altında olduğu, batının bölgedeki tüm çıkarlarının tehlikeye gireceği söylentilerini yaymaya başladılar.


Tam bu esnada hiç kimsenin ummadığı, beklemediği bir şey oldu. Tüm yerli güçlerin bu şer ittifakına karşı işbirliği yapması beklenirken, on yıldır hükümete destek vermiş görünen, hükümetin de kendisine bütün kapıları açtığı, her türlü kadrolaşmada adeta öncelik tanıdığı bir dini cemaat, iktidara ve daha çok da onun başındaki lidere savaş ilan etmişti.


Başlangıçta çok kişi olanlara inanamadı, şaşırdı, bocaladı, bir yanlışlık, bir yanlış anlama olmalı diye düşündü. Ama kısa süre sonra anlaşıldı ki, yanlış anlama filan yoktu. Küresel baronlar tarafından bir süredir hazırlıkları sürdürülen yıkım senaryosu F. Gülen ve cemaati eliyle sahneye konulmuştu.
Vesayet sona erdiğinde saltanatları yıkılan ve adeta can çekişen tüm statüko güçleri cemaatin bu hamlesiyle adeta hayat buldular. Büyük bir heyecanla topyekun saldırıya geçen bu büyük koalisyonda kimler yoktu ki? Başbakan tarafından hak ettikleri değerin kendilerine verilmediğini düşünen kibirli liberaller başta olmak üzere, askerden ümidini kesen CHP, ulusalcı, Kemalist, sosyalist, komünist anarşistlerden, bir ömür hayalini kurdukları devrimden ümitlerini kesmişken ahir ömrümüzde görebilir miyiz diye başlarını uzatan kart solculara kadar herkes, ellerini ovuştura ovuştura bu sözüm ona dini cemaatin arkasında saf tuttular.


Diğerlerinin tamamını anlamak mümkün. Yeminli İslam düşmanlarının bunu bir fırsat olarak görmeleri anlaşılmayacak bir şey değil. Ama kırk yıldır dindar halkın hissiyatını kullanarak, zekatlarını, fitrelerini, kurbanlarını toplayarak, yetmedi çocuklarını ellerinden alarak devasa bir güç haline gelen camianın yaptığı kolay izah edilecek bir durum değil.


Bu nedenle öfke çok büyük. Türkiye’de her seçim vesayetçi yapı nedeniyle gergin olurdu ama bu sefer ki öyle böyle değil. Seçimden güçlü çıkan taraf diğerini tasfiye edecek, bu kesin. 30 Mart iki taraf için de adeta bir ölüm kalım savaşına dönüşmüş durumda.


Öyle görünüyor ki tasfiye edilecek taraf cemaat olacak. Zira bugüne kadar çok ah aldılar. Güçlü olduklarına inandıkları yerde kendilerinden olmayan kimseye hayat hakkı tanımayan, mezarını kazdıkları halde hükümete yakın görünerek iktidarın bütün nimetlerinden azami faydalanan, sadece Türkiye için değil bütün bölge insanı için hayati önemde olan çözüm sürecini baltalamaya yeltenen, Suriyeli mazlumlara giden yardımı engellemeye kalkışarak zalimin yanında yer alanlar asla başarılı olamayacaklardır. Arkalarındaki güç ne kadar büyük olursa olsun. Omerkilic91@hotmail.com









Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165