İngiliz General Edmund Allenby 1917 yılında Kudüs’e girdiğinde, yaklaşık sekiz asır önce Selahaddin-i Eyyubi’ye teslim etmek zorunda kaldıkları şehri yeniden ele geçirmenin sevincini “Bugün Haçlı Savaşları sona erdi” diyerek ifade etmişti. Bu olaydan bir yıl sonra da Osmanlı Devletinin ateşkes isteyerek teslim olmasıyla yüzyıllarca Batının İslam’a karşı büyük bir hınçla devam ettirdiği haçlı seferlerinin sona erdiği zannedilmişti.


Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra henüz savaş devam ederken yapılan Sykes-Picot antlaşmasına uygun olarak pay edilen Osmanlı toprakları üzerinde onlarca devletçik kurulmuş, bu devletçiklerin büyük çoğunluğu bir süre devam eden manda yönetimleri sonunda bağımsızlıklarına (!) kavuşurken, savaş sonrası kurulan bu düzen uzun yıllar batılı sömürgeciler açısından pek de sorun çıkmadan böyle devam etmişti.  


Bizde ise durum biraz daha farklı seyretmiştir. Batılı işgalcilere karşı verilen Milli Mücadele sonrasında kurulan yeni düzende, işgale son verildikten sonra işgalcilere benzemek için yapılan devrimlerle, yıllarca batı emperyalizmine karşı verilen mücadele adeta anlamsız kalmıştır. Bu yeni dönemde devşirilen batıcı sınıf, bundan dolayı aradan geçen bir asırlık zamana rağmen Lozan Antlaşması’nın en küçük bir eleştiriye dahi konu edilmesinden rahatsız olur ve bunu yapan herkesi ne söylediğine bakmaksızın Sevr yanlısı olmakla suçlar. 


Aynı suçlamaya maruz kalma kaygısından çok, konuyu dağıtmamak adına yumuşak bir ifade ile söyleyecek olursak, “o günün şartlarında kabul edilmek zorunda kalınan” bu antlaşma ile kazanılan bağımsızlık, batılı galiplerin vesayeti altındaki bir bağımsızlıktır. 


Bugün anayasaya değişikliği ile ilgili olarak yapılan tartışmalarda “devlet kuran parti” olduğu iddiasındaki CHP liderinin bu kadar feveranı boşuna değildir. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi CHP devlet kuran parti filan değil, o günün şartlarında galiplerin dayatmaları doğrultusunda ülkeyi yönetmesine izin verilen vesayetçi bir partidir. 


Soğukkanlılığı ve sakin duruşu ile bilinen Başbakan Binali Yıldırım bile ”evet Kılıçdaroğlu haklı, vesayet rejimini değiştiriyoruz” demek zorunda kalırken kast ettiği vesayet de, sadece içimizdeki devşirme sınıfın vesayeti değil, içeridekilerle adeta iç içe geçmiş olan küresel sistemin vesayetidir.

Bunun için içerideki sözcüleri diktatörlük rejimine gidildiği algısını oluşturmak için yoğun bir mesai yaparken, dışarıdan da terör örgütlerini üzerimize salıyorlar. Ortak hedefleri, iktidara geri adım attırmak, statükonun eskisi gibi devamına razı etmek. Bu olmayacağına göre saldırıların referanduma kadar artarak devam edeceğini söylemek hiç de kehanet olmayacaktır. Zira başkanlık (veya cumhurbaşkanlığı) sistemine geçilmesiyle on dört yıldır devam eden sessiz devrim taçlanacak ve küresel vesayet tümüyle sona erecektir.

Ne şehirlerimizde ardı ardına patlayan bombalar, ne PYD (PKK)’yi silahlandırma konusundaki ABD’nin akla ziyan tutumu, ne de başkanlık sistemi konusunda gösterilen direnç; hiçbirisi diğerinden bağımsız konular değil. Hepsinin nedeni, Türkiye’nin yüz yıl önce batılı emperyalistler tarafından çizilen sınırlara artık razı olmayacağını yüksek sesle haykırmasıdır.

Konuya böyle dış güç, dış saldırı, üst akıl gibi izah getirenler, kimileri tarafından komplo teorisi üretmekle, abartı veya hamasete yaslanmakla itham edilerek küçümseniyor, gerçekle yüzleşme korkusuyla bu tür bahanelere sığındığımız iddia ediliyor. 


Bunlara göre 15 Temmuz öncesinde de paralel yapı diye bir şey yoktu. Hepsi hükümetin uydurması, hedef saptırması idi. Bu çok bilmişlerden, DAİŞ’i yok etmek üzere kurulduğu iddia edilen ve altmış üç ülkeden oluşan koalisyon güçlerinin, Türkiye’nin El Bab’ı kuşatmasıyla birlikte neden bir anda suskunluğa büründüklerine mantıklı bir açıklama getirmelerini bekliyoruz. 


Yıllardır Türkiye’yi DAİŞ’e karşı yeterince mücadele etmediği, hatta bu kanlı örgüte yardım ettiği tezviratını yayanların hiç değilse birazcık tutarlı olmak adına Fırat Kalkanı Harekâtında Türkiye’ye destek olmaları gerekmiyor mu? Musul’da altmış üç ülke dahil Irak ordusuna karşı nasıl oluyor da bir terör örgütü bu kadar direnç gösterebiliyor? 


Bugün ülkemize karşı topyekun saldırıya geçen güçler, esasen birinci dünya savaşıyla kapandığını düşündükleri defteri yeniden açtığımızı çok iyi biliyorlar. Tehlike, bu defa yerli işbirlikçilerin göğüsleyemeyeceği kadar büyük göründüğü için doğrudan işin içindeler. Yıllardır PKK’ya doğrudan yaptıkları yardımı şimdi de dolaylı yollardan DAIŞ’e yapıyorlar. 


Batı ne kadar ikiyüzlülük yaparsa yapsın, bize bakışında hiçbir değişiklik olmadığını anlamak için 1917’de sona erdiği belirtilen Haçlı Savaşlarının G. Bush tarafından 2001 yılında yeniden başlatıldığını hatırlamak yeterli. Omerkilic91@hotmail.com.

        
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
hasan yılmaz 2017-01-12 11:54:23

sayın editör daha önce bu bölümde yorumlar vardı. ni̇çin kaldırdınız

Avatar
EDİTÖR @hasan yılmaz 2017-01-12 12:10:36

hasan yilmaz bey, bahsetti̇ği̇ni̇z yorumlar sayin yazarin pencereye atilan haber şekli̇ndeki̇ köşesi̇ne gelmi̇şti̇.si̇teni̇n 'haber ara' bölümüne 'kiliçdaroğlu hakli (!) vesayet deği̇şi̇yor' yazarsaniz i̇lgi̇li̇ haber çikar. o haberi açtiğinizda bahsetti̇ği̇ni̇z yorumlari görebi̇li̇rsi̇ni̇z. teşekkürler...

Avatar
Abdullah Erikli 2017-01-16 13:42:18

bu güzel yazı için teşekkürler. müsadenizle tek bir sorum olacak. 7.paragrafınızda belirttiğiniz şekilde başkanlık sistemi geldiğinde ne nasıl değişecek? yani şu an değişemeyen ne var da başkan olunca şak diye değişecek. üstelik ohal ortamı var. planlanan sistem ohal den daha da mı geniş yetki tanıyacak başkana? yazınızın kalanına katılmakla beraber başkanlık dayatmasını maalesef haklı bulamıyorum.