‘Âlimüñ çün halk katında sadrı var

Hem dahı Hak hazretinde kadri var

(Âşık Paşa)

(Âlimin halk katında saygın bir yeri olduğu gibi, Allah huzurunda da kıymeti vardır.)

İnsan hadiseleri, düşünceleri, duyguları, hisleri, hayalleri edebiyat ve edebiyatın imkânlarıyla dile getirir. Estetik bir anlama ve estetik bir anlaşılma edebiyat sanatıyla mümkündür. Edebiyatın, anlamaya ve anlaşılmaya sunduğu imkan(lar) göz önüne alındığında yeryüzünde saklı-sarih ve beynelmilel, ebedî “antlaşma” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü insan -kendisi dâhil- diğer varlıklarla (nebat, hayvanat, insan-insanlık, eşya) arasındaki iletilişimi dille biçimlendirir. İlanihaye insan(lık) yaşamı büyük ölçüde edebiyatla çatar.

Bunların dışında millet, milliyet, kültür gibi aidiyet ifade eden bilincin arkasında da edebiyatı buluruz. İnsan hangi dilin kundağına sarılırsa dimağını, idrakini hatta inancını o dilin edebiyatıyla besler, büyütür. O dile ve o millete ait olu(nu)r.

‘Kişi’ye münhasır öz(ü)gürlük alanı açması ise edebiyatın başka muhkem hüviyeti... parmak izleri gibi -ben’i, sen’i, o’nu- ayıran farikasıyla edebiyat; eylem’i ve söylem’i muhakkak ama muhakkak güzel’e çalar, çirkinlik dahil…

Güzel bir Japon haikusu, Fransız sonesi, Alman romansı, Rus romanı okuduğumuzda edebiyatın çeşmesinden nasibimize düşen lezzet, Türk edebiyatına ait eserleri okuduğumuzda hissettiğimizden farklı olmayacaktır. Bu müşterek hissin nedeni yazının başında ifade ettiğim gibi edebiyatın yeryüzünde saklı-sarih ve beynelmilel, ebedî “antlaşma” olmasından... Ama tabi bülbülün altın kafesteyken ünlediği, “ille de vatanım” nidası edebiyat için de ziyadesiyle geçerli. Görecelilik ilkesini hesaba katarak iyidoğrugüzel olan, sadra şifa niyet taşıyan bütün edebî metinler kıymetlidir. Ama insanın kendi toprağındaki, ülkesindeki, şehrindeki, evindeki, eşiğindeki edebiyatın kıymeti ise çok daha başkadır.

Dâr-ı ‘ukbâya ber-â-berce gider

Hem cihânda bıragur nice eser

(Sünbülzâde Vehbî)

(Dünyada birçok eser bırakanlar, öteki dünyaya da onlarla birlikte giderler.)

Türkçeyle yazılan, okunan, söylenen bütün edebî metinler kısaca Türk edebiyatı bulunduğumuz toprağın, burada yaşayanların sesi soluğu olmuş; ekmeğimize, aşımıza sirayet etmiştir. Türkçe ninniler bebekleri uyutup, büyütmüştür. Türkçe şiirler, kalpleri teskin etmiştir. Türkçe hikâyeler, romanlar, destanlar idrakimizi birbirine yaklaştırmıştır. Türkçe denemeler, makaleler, diğer yazınlar ihtiyacımız olan bilgiyi sunmuştur. Derya deniz daha pek çok şey…

Cemal Süreya’nın ifadesiyle ‘Türkçenin sütdişleriyle gök ekinini güzelce biçen (öncesini de hesaba katarak) Yunus’tan günümüze Türk edebiyatı, koca bir külliyat oldu. Birike birike tafsilatlı ilim/bilim oldu. İlmiyle müsemma âlimi oldu. Edebiyatımız, rahlesine oturan herkese nasibince dilin kudretinden pay verdi. Bire yedi…

Bu payı talebesiyle, okuruyla pay eden edebiyat âlimlerinden biri de ‘Özer Hoca.’ Modern şiirimizin marjinal biçemlerinden biri sandığım deneysel şiirin, esasında klasik şiirimizin ana formlarından biri olduğunu anlattığı “Osmanlı’nın Görsel Şiirleri” kitabıyla tanıdım Özer Şenödeyici Hoca’yı. Hitit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde profesör olan Özer Hoca’nın çalışmalarını öğrendikçe, öğrencileri adına çok sevindiğim kadar Çorum adına da sevindim. Özer Hoca, Türk edebiyatının saklı-sırlı konuları, divan şiirimizin müstesna gazelleri, manzum ve tarihî metinleri ışığında anlattığı ölüm ve ötesi, aruz bilgisi, savaş ahlakı gibi konularda eser kaleme almış. Bunların dışında oldukça popülerleşen çocuk edebiyatına dair eserler yazmış. Poetik çeviriler, manzum bilmeceler, tekerlemeler, sözlük, deneme ve hikâye gibi alanlarda eserleri var hocanın. Sonra adını pek işitmediğimiz divan şairlerinin divanlarını hazırlamış. Geniş bir edebiyat atlası çizmiş Özer Hoca...

O atlası elinize aldığınız vakit, Türk edebiyatının dağına - taşına, vadisine - ovasına, ırmağına - çayına vakıf oluyorsunuz. “Türk edebiyatı mı, Türkçe edebiyat mı?” tartışmasının yapıldığı şu günlerde Özer Hoca, yazdığı eserlerle Türk edebiyatının kudretli külliyatının eşiğine çağırıyor edebiyatseverleri…

şöyle buyuruyor şeyhimiz Gâlib:

Reh-i Mevlevî'de Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân

Kimi terk-i nâm u şâne kimi i'tibâre düşdü.

(Şeyh Gâlib)

(Gâlib, Mevlevîlik yolunda bu sıfatla hayran kaldı. Kimisi adı sanı terk etti, kimisi itibar peşine düştü.)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner165