fışkır, ey göl; köpük, köprülerden ak, ormanlar üzerinden aş; -karaçuhalar, erganunlar, şimşekler, gök gürültüleri, yükselin, yürüyün; -sular ve hüzünler, yükselin, getirin tufanları yeniden.

çünkü onlar dağılan bir can sıkıntısı ki...

- ah güzelim taşlar, gömülen; o açılmış çiçekler!

- ve ece, gömleği içinde korları ateşleyen büyücü kadın bildiğini hiçbir zaman anlatmak istemeyecek bize. arthur rimbaud / tufandan sonra

sevgili adem;

biliyorum mektuba başlık konmaz. ama artık kaidelerin hakimiyetinin ilga edildiği bir zamandayız.  ben de kaideyi kendimce nesh edip sana yazdığım mektuba başlık koydum. üstelik kardeşliğimize yakışan güzel de bir başlık…

büyüklerin sözüyle kelama başlamayı seviyorum. izahı zor durumlarda, hızır gibi yetişiyor büyüklerin sözleri… ve fakat bu kolaylığın hemen öncesinde iradeyi zora sokan bir cihet nüksediyor. o da hangi büyük insanın, hangi sözüyle kelama başlanacağına dair hissettiğim telaş. başlı başına bir külfet bu. çünkü insan, halini arza tekabül eden sözler konusunda ince eleyip sık dokumalı. kendini, düş/üncesini, fikrini ve zikrini kime teslim edeceğini iyi bilmeli. hangi söz ve hangi şahitle kelamını tevil edecekse, onu iyi seçmeli. kendini kime karşı nasıl izhar edeceğini bilebilmeli insan…

mektuba arthur rimbaud’un tufandan sonra adıyla kaleme aldığı şiirsel metninden aldığım cümlelerle başladım. ulu şairin biraz lirik, biraz pastoral, biraz epik nidası aramızdaki muhabbetin sağ kulağına ezan niyetine okunacak kadar güçlü çünkü.

şairin göl’e nidası hala geçerli adem. şimşekler’e ve gök gürültülerine, sulara ve hüzünlere fısıldadıkları da. gölün, şimşeklerin, gök gürültülerinin, suların ve hüzünlerin kulağına mistik bir isyanı öğütleyen rimbaud’un sızısını birimiz ötekine fısıldamalı. bitmemeli bu gelenek. kesilmemeli. birileri taşımalı bunu. kılınmadığında günahı herkese bulaşan, kılındığında ise günahı silen cenaze namazının hükmü gibi… korları ateşleyen büyücü kadının anlatmak istemediği sırrı birimiz ötekine söylemeli ya da en azından işmar etmeli. bu, sadrımıza sardığımız insanlara karşı kardeşlik hakkımızdır. kimin sadrında hangi insan varsa onu büyük bir planla koparıyor hayat. kimseyi iki kişi bırakmak istemiyor. sürekli ya kalabalık olun ya birtek deniliyor bize. ne sen ne ben, ne kalabalığa karışabileceğiz ne de tek-bir’liğe… üstelik ikisine birden mahkum olmuşken.

değerli dost:

seninle kütahya’nın sokaklarında yürürken sıkça cümlelerini okuduğumuz dostoyevski’nin o meşum romanı yeraltından notlar’ı nasıl başlıyordu hatırlıyor musun? “ben hasta bir adamım… ters bir insanım ben… hiç de gösterişli biri değilim. karaciğerimden hastaymışım gibi geliyor bana.” muhteşem bir başlangıç değil mi? dostoyevski ağabeyin cümlelerinin başka milletten, başka çağdan bir insana denk düşmesi… bu hep mucize gelmiştir bana. dünyanın öte başında hassas bir kalbin kurduğu cümlenin bir kubbe gibi dünyayı sarması… büyük yazar olmanın göstergesi bu olmalı. yeryüzünde can taşıyan herkesin ve her şeyin kulağına değecek bir kelam etmek!!! senden de eminim böyle pek çok cümle, mısra, beyit, şiir sadır oldu. mısralarınla süslediğin eşikte eğleşen bir kardeşin olmaktan memnun olduğumu bilmeni isterim. gösterişli bir kardeşlik, ihtişamlı bir arkadaşlıktansa karaciğerlerinden hasta bir dostluğu tercih ederim. bu daha yalın ve daha halis.

değerli dost:

yoruldum çok. çalışmaktan, okumaktan, yazmaktan, düşünüyor gibi yapmaktan yoruldum adem. ama en çok eylemden yoruldum. yardımcı fiillerle ifade edilen her şeyden yoruldum. bu yorgunluğun bana keşfettirdiği hakikati de seninle paylaşmak istiyorum. bir keşif sayılır mı diye sorarsan, bunu tartışabiliriz. sana bunun bir keşif olduğunu izah edebilirim. “yorgunluk, muhteşem bir savunma mekanizması.” insanın binlerce kelimeyle izah edemeyeceği ve tükenişe yüz tutmuş hali harfsiz, hecesiz, kelimesiz bütün çıplaklığıyla anlatan bir savunma; yorgunluk. ve hatta yorgunluğun bir dinlenme biçimi olduğunu söylesem, çelişkinin o dayanılmaz çarkında öğütülen birini mi görürsün bilmiyorum.

adem;

bu aralar dekart okuyorum. ve dekart gerçekten büyük bir feylesof. aynı zamanda bir şair sayılır. adam düşünceyle şiir yazmış. talihin lütfuna mazhar olan kimselerin bahtiyar insanlar olduğunu anlatmış, uzun uzun. bilgelerin talihten yardım gör(e)meyen insanlar olduğunu vurgulamış. çok sevdim bu izahı. tabi bugüne kadar bahtiyarlıktan da bilgelikten de nasibimize pay düşmedi pek. kendimizi ancak idare edebiliyoruz. bilgelerin sözünü dinlemek lazım. bahtiyarların salıkları ise bünyemize değmiyor bir türlü. feylesofun satır aralarında seni imleyen pek çok anlatısı var. senin ozanca bir duyarlılıkla söylediğin gibi pek çok şey: “senin kan biriktiren kalbinde ellerimiz alkış tutarken / yanımızdan diri ama duyarsız adamlar geçer. diri ama duyarsız ruhların güç harmanından uzakta yapmak gerektiğini öğrendim yaşamak denilen rençperliği.

adem,

ben öteden beri başkalarının yanında kendim olmamaya çalıştım hep. hala çalışıyorum. yaşarken bir ceylan tedirginliğinde yaşamanın hükmünü kendine vacip kılmış bir insan olmak zor vesselam. bulunduğu yaylanın ortasına yığma bir tepe kurup kendi kaderini seyreden insan olarak yaşamak tuhaf gerçekten. aslıyok yaylasında bin beş yüz koyunumuz yok. ama aslıyok yaylasında kurduğumuz yığma tepenin üstünde gezerken yanımızda taşıdığımız bir azığımız var, karın doyurmasa da: şiir. elimizi yüzümüzü yırtan ama bizi duyarsızlık gibi vahşi bir avcının tuzağından koruyan bükleri gümrah tutmamız lazım. dört mevsim. aslıyokyaylasında da dört mevsim daima bahar. yergök gömgök.

baki selam.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.