“Ne ki bir kurt düşer insana, o kişi hakikatin kıyısındadır, hemen kıyısında”
Sözler, cümleler, kelimeler, kavramlar… İnsanı kendisi ve hatta bir başkası yapan en soyut nesneler. Varlığın her birine ayrı ayrı verilmiş yokluğun ise hepsinden alınmış, var(yok)oluşun îfa ve ifade biçimi. Yaratanın en fazla hesaba çekeceği ama asla hesaplan(a)mayan mananın hepsi. Söz insanın yeryüzündeki ilk nef(e)sinden bu yana; kişinin kendisinin, kimi zaman lehinde kimi zaman aleyhindeki en keskin şahididir. Ve hep öyle olacaktır. 
Herkes yaşamını kelimelerle biriktirir. Kelimeleri de yaşamla biriktirir. Söz insanı, insan da sözü, inşa eder. Melekelerimizi, usumuzu, usulümüzü, kimi zaman suskumuzu öyle çatar ki söz; her an insan oluruz, biraz daha veya bir az daha. Kendi kubbemizi örer dururuz. Bizim kubbemiz hep bizden öncekilerin yaptığı kubbenin içindedir. Yani bizim tarafımızdan sürekli dışa doğru ördüğümüzü zannettiğimiz kubbeler bizden öncekilerin kubbesinin altında kalmak mecburiyetindedir. O yüzden dimağımıza koyduğumuz her kelam sonunda yukarı bakmak zorundayız. Sürekli… Boyuna... Ama boynumuz tutulmadan, boyumuzca doğrulabileceğimiz sınıra varıncaya dek. İnşamızın bittiği yerde bizim de inşaatımız bitmelidir. 
Ancak öylesi kubbeler vardır ki göğümüzde kendi kubbemizin üstüne karabasan gibi çöker. Farkında olmadan. Gün girmez bir mimari garabetin altında olduğumuzu sözlerin dudaklarımıza batmasından anlarız. Dudaklara batan sözler, insanın dudaklarından önce vicdanını paramparça etmiştir. Ama vicdan ne kadar parçalanırsa parçalansın dışa vurmaz izlerini. Soyutiçorganlarımız katman katman hastalıklıdır. Zahiren görünürüz. Elimizin, saçlarımızın, yüzümüzün, suskunluğundan faydalanırız. Çünkü ten-el-yüz-saç-gövde söz varken susmanın bütün cazibesini kullanır ta ki çatlaklarımızdan ölüm görününceye kadar. Söz’ümüz tam pişmemiş tuğlarla yemyeşil göğerir tenimizde. Gümrah zannederiz kendimizi. Güzelizdir. Bir yandan tamamiyle göğeriyordur bedenimiz. İdrakimiz yoksullaştığı için yoksun kalmışızdır hakikatin çatısını görmekten.  
İşte anonim sözlerin çoğu idrakimizin en işlek caddelerini Moğol istilasına uğratır. Yakıp yıkar benliğimizi. Yaşlı genç, çoluk çocuk, kadın erkek demeden katliam yapar ruhumuzun anlam(lı) şehirlerinde. Anonim sözler, söyleyenini belli edemeyecek kadar gizil bir zehirdir. Zihnin en ufak kırıklarından insanın kılcallarına kadar ilerler. Ne çok söz vardır böyle. Ne çok söz… Birazı aniden, ur gibi vurur suratımıza belirtilerini. Birçoğuysa KURTLARINI DÖKMEK ifadesinde olduğu gibi yavaş yavaş zerk eder bütün çirkinliklerini. 
Kurtları(nı) dökmek…
Kulaklardaki çınlamaları bile hastalık veya hastalık belirtisi olarak gören asrın (asırların), sözüdür kurtlarını dökmek. 
Bu söz; bir volkan patlamasında yerin altında birikmiş tozunkirinpasınisin dışarı taşması gibi insanın içindeki isinpasınkirintozun ortaya çıkmasına neden olur. Koyu küllerin karartısı uzaktan gözü kamaştıracak kadar güzel görünse de altında kalan hiçbir varlığa yaşam hakkı vermez. Oysa insanın necisliği ancak ve ancak bunların ifrazatına engel olunduğu zaman fark edilmez. 


Bu ve benzeri anonim sözlerin hepsi insana düşmek zorunda kalacağı deli çelmeler takar. Çelimsiz anlam birikintileri gün geçtikçe birer bataklığa dönüşür. Düşeni iflah etmez dengesizliğin avucuna düşen insan çırpındıkça batar. 
Söyleyenini bile belli etmek hakikatinden mahrum kalmış böylesi buyruklarla kendi kubbesini üretenlerin yukarı doğrulmadıkları bir gerçektir. Nef(e)sinden başka söz kabul değildir onların ağızlarında.
Halbuki


İnsan kurtlu bir varlıktır. Ne zaman rahimde can üflenir o zaman kurtlanmaya başlar. Ölüme kadar kurtlarını toplar. Sözlerle, eylemlerle… Eliyle, diliyle, vesair azalarıyla. Her adım, tene bir tane kurdun girmesine sebep olur. 
Kiraza benzetebiliriz aslında. Kiraz tanelerinin dışında bir haşerenin girmesine neden olabilecek hiçbir açıklık bulunmamasına rağmen, ikiye yarıp bakıldığında içinde kımıldayan küçücük kurda rastlayabilir insan. Ve ne gariptir ki kirazın yenen kısmıyla çekirdeği arasında başka meyvelerde olduğu bir boşlukta yoktur. Yaratıcı kiraza kendi bünyesinde kendisini tüketen bir varlık yaratacak kudreti vermiştir. Kiraz tatlandıkça, topraktan aldığını meyvesine verdikçe kendindeki tadı yine kendi bünyesinde yarattığı varlığa sunar. Kendindendir o kurtçuk. Tamamıyla çekirdek ve et arasındaki damarın içinde çıkar kurt. İçinin içinden… Kiraz asla kendi kurdunu dökmez. 
Tıpkı sabrın sahibi Eyüp gibi. 


Kendi gövdesinde var edilen kurtların hiç birini yere silkmemiştir Eyüp. Hatta kendini onların rızkı olarak görmüş yere düşenleri de büyük bir ihtimamla yerine koymuştur. Her kurdu kendi derdinin üzerine… 


Eyüp kurtlarını dökmedi.


Kurdumuz yoksa yara-beremiz yok demektir. Yara-beremiz yoksa acımız ve aşkımız yok demektir. Onlarda yoksa O, yok demektir. 
Kurtları(nı) dökme!


Silkinme sakın! İrkilme! Titreme! Kurdun; gövdenin derinine insin, kemiğe!... Bırak! 
 











Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.