İşte Alaca’nın manevi mimarı

cevaplar.org isimli sitede Alaca'nın ünlü manevi mimarlarından Seyyid Gül Hocaefendi'den bahsedildi.

20 Ekim 2013 Pazar 21:29
İşte Alaca’nın manevi mimarı


Cevaplar.org isimli sitede Alaca'nın ünlü manevi mimarlarından Seyyid Gül Hocaefendi'den bahsedildi.

Belediye Başkan Yardımcısı Zeki Gül'ün babası Seyyid Gül'ün anlatıldığı ‘Bir Seyyid Gül  Hoca vardı’ başlıklı yazı şöyle:

"Çorum İli'nin Alaca İlçesi'nin Seyit Nizam Türbesi'nin bulunduğu tepenin dibindeki köyde otururdu. Muhakemesi ve hitabeti çok kuvvetliydi. Hafızlığı ise çalışarak tamamlamıştı. O, zamanın medrese tahsiliyle eğitim almış, daha askere gitmeden cemaate vaaz eden, Kur'an okuyan bir hoca olmuştu.

Askerlik yılları, onun ihlâs kazandığı yıllardı. Askerlikte sırf Allah rızası için gittiği her yerde gönüllü hocalık yapıyordu. Genç asker hafız, müsait zamanlarında en yakın camiye gidiyor, Kur'an tilavet ediyor ve sohbet ediyordu. Sohbetlerinde Kur'an'dan ayetler okuyor ve bu ayetleri tefsir ediyordu.

Bir gün Artvin'in merkeze bağlı Oruçlu Köyü'ne yakın bir arazide tatbikata çıkıyorlar. Kendisi de Sıhhiye Bölüğü çavuşu olarak takımında yer alıyor. Yaklaşık bir ay orada konaklıyorlar. Bu zaman zarfında Seyyid Hoca, fırsat bulup izin alabildiği zamanlarda hocası olmayan Oruçlu Köyü'ne giderek köy camisinde vaaz ediyor, namaz kıldırıyor. Bu vesile ile köylülerle ahbap oluyor. Köylüler bu genç hocayı çok seviyor. Köyde son cumasını kıldıran asker hoca, tatbikatın bittiğini ve artık gideceklerini belirterek köylülerden helallik istiyor. Anadolu'nun bu güzel köylüleri, O gittikten sonra aralarında bir miktar para toplayarak bağ ve bahçelerden topladıkları meyvelerle hem bütün askerleri hem de hocayı uğurlamak için birliğe gidiyorlar. Komutan ve bütün erat memnun oluyor. Vedalaşıp dönerken Hocayı bir kenara çağırarak kendi aralarında topladıkları parayı veriyorlar. Genç Hafız, onlara teşekkür ediyor fakat kesin bir üslupla parayı reddediyor. Köylüler: "Niçin bizi kırıyorsun?" diye sorunca, o da şu cevabı veriyor:

- Ben askerim, bütün ihtiyacım karşılandığı için muhtaç değilim. Hem de Kur'an hizmeti parayla yapılmaz, yapılırsa ihlâs kaçar.

Bu cevap karşısında köylülerin Kur'an inançları pekişiyor, hocaya duydukları sevgi artıyor.

Seyit Hoca, askerde bu anlatılan hatıradan daha ilginç bir olay yaşıyor. Bu olay tamamen Kur'an'ın bir mucizesi olayıdır.

1962 yılının Ocak veya Şubat aylarından birisidir. Sıhhiye çavuşu olan Seyit Gül'e, hasta bir er verilerek otobüsle Erzurum Askeri Mareşal Hastahanesi'ne gönderiliyor. Hastayı yerine ulaştıran çavuş, bir gece de hemşerilerinde misafir kaldıktan sonra birliğine geri dönmek için bir kamyonet buluyor. Bu kamyonetin sahibi ve şoförü Artvin'deki 211. Hudut Alayı'nın nakliyeci müteahhididir. Bu adam, Erzurum'daki 51. Tümene sülüs getiriyor. Dönüşünde de Bedfort marka kamyonetinin üstüne bir askeri jip alarak yola çıkıyor. Seyit Çavuş da bu arabanın önüne, muavinin yanına oturuyor.

Türkiye'nin en tehlikeli virajlarını bir bir dönen kamyonetin önünde oturan Seyit Çavuş, Erzurum'dan yeni aldığı Kur'an-ı Kerimi, yol boyunca okuyor. Şoför bu durumdan rahatsız olsa da bir şey diyemiyor. Akşam olunca mola vermek için duruyorlar. Şoför iniyor, Çavuş da elindeki Kuran'ı ön camın dibine koyarak iniyor.

Durdukları yer, Yusufeli'nin ilerisinde, yeşillikler içerisinde, ahşap binaların olduğu, Çoruh'un tam kenarındaki bir benzinliktir.

Akşam yemeği yendikten sonra şoför içerek sarhoş oluyor, bu yetmemiş gibi daha da içmeye devam ediyor. Bunu gören Seyit Çavuş, gitmekten vazgeçerek yatacak bir yatak ayarlıyor. Muavine de bu kişiyle gitmemesini, bu halde olan birisinin mutlaka Çoruh'a uçacağını söylüyor. Muavin de şoförün bütün isteklerine hatta küfürlerine rağmen arabaya binmiyor. Adam tek başına yola çıkıp gidiyor. Daha yirmi kilometre gitmeden Çoruh'a uçuyor. Haber hemen benzinliğe ulaşıyor. Muavin, zaten yorgun olan ve hemen uyuyan hocayı zorla uyandırarak durumu haber veriyor. Gece vakti yapacak bir şey yoktur. Sabahı bekleyerek geçen ilk minibüsle olay yerine varıyorlar. Köylüler, ağır yaralanmış olan şoförü bu minibüse koyuyorlar. Bu ara Çavuş, suya düşmüş olan kamyonete bakıyor. Kamyonetin sağ ön tarafının suyun üstünde kaldığını görüyor. Kamyonetin diğer kısımları ise Çoruh'un azgın sularına gömülerek kaybolmuştur. Kamyonet adeta son demlerini yaşamaktadır. Kamyonetin üstündeki askeri jip ise çoktan kaybolup gitmiştir. Suyun yüzünde duran kamyonetin sağ tarafı sanki Çavuş'a bir şeyler hatırlatıyor. Çavuş, bir anda Kur'an'ını hatırlıyor. Hemen kamyonete koşuyor. Fesubhanallah, evet Kur'an'ı Kerim, işte orada, Çavuş'un koyduğu yerde, yani minibüsün sulara gömülmedik tek noktasında durmaktadır. Kuran'ı hemen alan Hafız, dönerek minibüse biniyor.

Zaman geçip araba değişse de yolun kalan kısmını birlikte gitmeye kaderin mahkûm ettiği Çavuş, Muavin ve Şoför, minibüste birbirlerine bakıyorlar. Kanlar içerisinde yatan Şoför, acılarına rağmen bir ara Çavuş ve Muavine dönerek: "Ne olur, akşam içki içtiğimi kimseye söylemeyin, beni şikâyet etmeyin."diyerek yalvarıyor.

Bu olay adeta bütün insanlara şunu bağırıyor. "Kuran, öyle bir kitaptır ki hem kendisini hem de kendisini okuyanı kurtarıyor." Eğer böyle olmasaydı 43 yıl sonra kayıtlara böyle geçer miydi hiç Kur'an'ın muhafaza oluşu?

Seyit Hoca Efendi, daha bunun gibi Kur'an'ın birçok mucizesini ve kerametini görmüştür. Öyle ki hayatında hiç mi hiç maddi sıkıntı çekmemiştir. Bir ara Alaca'da imamlığın yanı sıra saatçilik ve sarrafçılık yapmıştır. Defalarca hacca, umreye gitmiştir. Almanya'daki dostları sürekli onu Almanya'da tutmak istemelerine rağmen o, ara sıra gidip bu dostların çocuklarına Kur'an öğretmiş ve İslami bilgiler vermiştir.

Allah ona yedi tane gül gibi evlat vermiştir. Bunlardan dört tanesi Kur'an hocasıdır. Hepsi beş vakit abdestli, namazlıdır.

Hoca Efendi Risale-i Nur'u çok sever. Bilhassa İşarat'ül İcaz'ı okur, evlatlarıyla bu eseri mütalaa etmeye bayılır. Evlatlarının ve torunlarının çoğu nur talebesidir. Hoca Efendi Muzaffer Aslan Ağabey'le yakından tanışır.Muzaffer Aslan ağabey Aydın'a geldiğinde, Seyit Hoca'yı da damatları derse götürdüğünde, aralarında bir hoca muhabbeti geçer, birbirlerine iltifatlar ederlerdi. Bir gün Muzaffer Aslan Ağabey, Seyyit Hoca'ya takılarak iltifat için dedi ki:

- Hoca Efendi yat kalk, Risale-i Nur'a teşekkür et. Eğer o olmasaydı kızlarınız böyle nur talebeleriyle evlenemezdi.

Seyit Hoca bu sözün altında kalır mı hiç, kalmaz elbette. Hemen cevap verdi:

- Onlar da bize teşekkür etsinler. Biz böyle ahlaklı, namuslu kızlar yetiştirmeseydik onlar da böyle hanımlarla evlenemezdi.

Her gülün dikeni olduğu gibi, Seyit Gül Hoca Efendi'nin de dikenleri olmuştu. Onu sevmeyenler tayinini Alaca'dan Aydın'a çıkartmışlardı. Fakat onu Aydınlılar da çok sevmiş ve Aydın ona güzel bir memleket olmuştu. On beş yıldır emekli olmasına rağmen, hâlâ Aydın'da hususi bir camide vaaz etmekte ve Kur'an öğretmektedir.

Bursa'da yaşayan merhum Yozgatlı Ahmet Efendi'nin de yakın arkadaşı olan Seyit Hoca, aynı zamanda Tasavvuf ehlidir. Fakat her nedense bilhassa Ahmet Efendi'nin de ısrarına rağmen kimseye el vermemiştir.  Hocaefendi Kur'an'a hafız, Kur'an ona muhafız bir hayat sürüp gitmektedir."

Kaynak: İbrahim Köse

Son Güncelleme: 10.01.2021 17:53
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
MAHMUT GÜZEL 2013-10-21 12:50:06

allah kendisinden razi olsun. amin. allah dünyada dualarina, ahirette şefaatine nail etsin, allah böyle mubarek insanlarin sayisini çoğaltsin. inşaallah. bizlerede yollarinda gitmeyi nasip etsin. amin.....