Başını ABD ve Almanya’nın çektiği batılı ülkelerin her geçen gün daha da açığa çıkan tutumlarından dolayı, bir emperyalist işgale zemin hazırlamak maksatlı olduğunda kuşku kalmayan 15 Temmuz ihanet kalkışmasının yıldönümünde düzenlenen miting ve gösterilerin yanı sıra, bir dini cemaatin böylesi bir ihanete nasıl alet olabildiği konusunda birçok öğretici, uyarıcı, hatırlatıcı program icra edildi.
Hak ettiği ilgiyi çok fazla görmese de bunlar arasında en önemli olanları hiç şüphesiz, bu şebekenin söz konusu dini cemaat görünümünden dolayı insanımızı kolayca tuzağına düşürmüş olması nedeniyle işin fikri, düşünsel, entelektüel yönünü ele alan TV programları, panel, konferans ve benzeri etkinliklerdi.
Bu programlarda, FETÖ benzeri yapıların bu kadar kolay büyüyüp milyonları etki altına almalarının nedeni olarak, dinin yanlış anlaşılması gösterildi. Eğer din doğru anlaşılmış olsa insanların F. Gülen gibi, gördüğü halisunasyon ve rüyaları din diye pazarlayan meczuplara prim vermeyeceği anlatıldı ki, dinle ilgili bilgisi kulaktan dolma değil de, kaynaklara dayalı olan hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bu tespit doğru olsa da, sadece sorunu tespit etmenin yetersiz olduğu tartışmasızdır.
Zira dinin yanlış anlaşılması FETÖ benzeri yapılanmaların işini kolaylaştırıyorsa, yapılacak şey basittir. Bu dinin temel kaynağı Kuran ve onun hayata uygulaması olan sünnet önümüzde durduğuna göre devlet, tekelinde bulundurduğu eğitim kurumları eliyle işin doğrusunu öğreterek sorunu çok da uzun olmayan bir vadede çözebilir. Ama dinin yanlış anlaşıldığından şikayet edenlerin böyle bir derdi var mı yok mu, galiba asıl sorun burada. Din yani İslam, sahih kaynaklara dayalı olarak anlatılmıştır da insanlar onu bırakıp F. Gülen gibi şarlatanların peşinden mi koşmuşlardır? Kırk yıl öncesine dayandığı söylenen bu yapı, bunca insanın beynini kendi sapkın anlayışı ile yıkarken, bugün bunun tek sorumlusu olarak mevcut iktidarı göstermeye çalışan laik batıcılar ne yapmıştır? Bu yapının en az nüfuz edebildiği İmam Hatip Liselerinin kapısına kaç kez kilit vurmaya kalkışanların bu konuda bir
Asıl kaygı verici olan, bu milletin dinle olan bağının zayıflatılması ve giderek tümden kopartılması için politikalar uygulayan, hatta yegane projesi bu olan cumhuriyet elitlerinin, bu noktaya gelinmesindeki rollerinin hiç konu edilmemesidir. Zira FETÖ bir sebep değil, sonuçtur. Bu yapının bugün uluslar arası bağlantıları ve dünyada yüz ellinin üstündeki ülkeye yayılmış örgütlenmesi nedeniyle baş edilmesi hakikaten çok zor bir tehlike haline gelmiş olması bile bu gerçeği değiştirmemektedir.
Böylesine korkunç bir şebekenin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan batıcı bürokratik oligarşi, bugün FETÖ’den söz açıldığında yavuz hırsız misali, bu örgütün siyasetin zaaflarından faydalandığı, hatta bu yapının güçlenmesine siyasetçilerin göz yumduğu suçlamasıyla siyasi iktidarı hedef göstererek, Ergenekon, Balyoz davaları sürecinde kaybettiği mevzileri yeniden ele geçirmenin çabası içindedir.
Gülenist çetenin gözü dönmüşlüğü yüzünden sağlam delillerle yetinmeyerek ürettiği sahte deliller neticesinde akamete uğratılan bu davalardan dolayı mağdur pozlarına bürünen bu ulusalcı laik cephe, yıllarca din söz konusu olduğunda sergilediği paranoyak davranışların, milleti bu merdiven altı din tacirlerine mecbur bıraktığı gerçeğini gözlerden kaçırmaya çalışması sadece kurnazlık değil, aynı zamanda ahlaksızlıktır.
Alemi aptal kendilerini uyanık zanneden bu ulusalcı laikler, bir yandan 15 Temmuz ihanet kalkışmasında milletten yana gibi görünürken, bir yandan da “AK Parti iktidarı eğer istihbarat raporlarına kulak vermiş olsaydı da, 2004 MGK tavsiye kararına uysalardı FETÖ bu günlere gelemez, darbe teşebbüsü olmazdı” diyerek, 2004’teki irtica raporlarına karşı gereğini yapmamış olmasından dolayı şehitlerin ve gazilerin hesabını AK Partinin vermesi gerektiğini ima ediyor, 2002 sonunda daha hükümetin kurulduğu ilk saatlerde iktidarı devirmek için yaptıkları darbe planlarını gözden kaçırmaya çalışıyorlar.
Oysa TSK içindeki cuntacı yapılanmanın 2004’teki hedefinin kesinlikle FETÖ değil, siyasi iktidarın kendisi olduğu o günlerde açıkça dile getiriliyor, MGK toplantılarında o günün başbakanı olan Erdoğan’a, “değiştim diyorsun ama buna ilişkin ortaya bir icraat koymuyorsun” manasına gelecek sözler söyleniyor, darbe ile tehdit ediliyordu. Rabbimizin açık müdahalesi olmasa, o gece tüm ailesiyle birlikte Erdoğan’ı öldürmek için yola çıktığı halde, bugün bırakın en küçük bir suçluluk duymayı, düşmana esir düşmüş bir kahraman gibi davranan aklını da ruhunu da Pensilvanya’ya kiralamış robotlara karşı mücadele tavizsiz olarak sürmeli. Buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Ama bu topraklardan İslam’ı söküp atmak için Haçlı Siyonist ittifakının yerli taşeronlar eliyle yürüttüğü projenin, FETÖ’yü de doğuran asıl problem olduğu da kesinlikle unutulmamalı.
Mağduriyet iddialarının tamamına yeni bir FETÖ oyunu olarak bakılması, namaz kılan oruç tutan herkesi FETÖCÜ diye yaftalayarak, tek gayeleri dindarlık potansiyeli olan herkesi tasfiye etmek olan güçlerin işini kolaylaştırır. Operasyonların sıfır hata ile yürümediği ortada iken, hükümet sözcülerinin istisna bile kabul etmeyerek, “mağdur yok” iddiasını tekrarlamaları, tabandaki sıradan dindar insanları bu şebekenin kucağına daha fazla iterken, FETÖ’yü bahane edip kendilerinin haklı çıktığını söyleme yüzsüzlüğü yapan batıcı elitlerin ekmeğine de yağ sürmektedir. omerkilic91@hotmail.com
teşekkürler